
EZGİ SAĞCAN:HER CEPHEDE DERHAL SİPER OLMAKTIR!
NOT:Ezgi SAĞCAN’ın, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili, 28 Temmuz 2020 tarihinde Aydınlık gazetesinde yer alan yazısını, okurlarımızın dikkatine sunuyoruz.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ: İDDİALAR VE GERÇEKLER
“Sözleşme Emperyalist merkezler tarafından üretilmiştir.”
Ülkemizde kadınların vermiş olduğu hak mücadelesi ve Cumhuriyet devriminin bir kazanımı olarak, dünya devletlerinden çok evvel kadının siyasi ve medeni hakları tanınmıştır. Türkiye’de hükümetler değişmiş ancak kadının erkekle eşit bir medeniyet düzeyine ulaşması konusundaki mücadele azmi değişmemiştir. Yine bu birikim ve tecrübe ile yol almaya devam etmiş olan Türkiye, kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda da bir ilke imza atarak İstanbul Sözleşmesi 'nin mimarı olmuştur. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da gerçekleşen Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında, Türkiye bütün Avrupa’ya, kadına yönelik şiddetin ve ayrımcılığın son bulması için sözleşmeyi imzalama ve iç hukukunu buna göre düzenleme çağrısı yapmıştır. Sözleşme, Türkiye öncülüğünde İstanbul’da imzaya açılmış olması nedeniyle “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinmektedir. Sözleşmenin imzalandığı tarihte Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin Başkanlığını, bugün Dışişleri Bakanı olan Mevlüt Çavuşoğlu yapmaktadır. Sözleşmenin imzalandığı tarihte Avrupa Konseyi’nin dönem başkanlığını da Türkiye yürütmektedir.
“Sözleşme Avrupa Birliği’ne aittir.”
Sözleşme, Avrupa Birliği’nin veya onun siyasi kanadı olan Avrupa Parlamentosu’nun değildir. Sözleşme, Türkiye’nin 1949 yılından beri kurucu üye olarak yer aldığı Avrupa Konseyi’ne aittir. Avrupa Konseyi başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere benzeri nitelikteki diğer insan hakları ve temel haklara ilişkin sözleşmeler ve ek protokollerin uygulanması gayesini gütmektedir. Amerika Birleşik Devletleri Avrupa Konseyi üyesi değildir.
“Sözleşme TBMM’de kabul edilmediğinden kendi iç hukukumuzun ürünü değildir.”
Anayasamızın 90. Maddesi’ne göre; “Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak antlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.” İstanbul Sözleşmesi’nin uygun bulma kanunu tasarısı, yine AKP hükümeti tarafından 11 Kasım 2011’de dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzası ile TBMM’ye sunulmuştur. 23 Kasım’da Meclis’te söz alan AKP milletvekili Azize Sibel Gönül, “Bu uluslararası anlaşmanın hayırlı olmasını diliyorum, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü münasebetiyle başlattığımız, Sayın Başbakanımızın da imzaladığı ‘biz de varız’ imza kampanyasını buradan sizlere duyuruyor ve hepinizin desteğini bekliyoruz.” demiştir. AKP milletvekili Azize Sibel Gönül başkanlığındaki Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve AKP milletvekili Volkan Bozkır başkanlığındaki Dışişleri Komisyonu tasarıyı oybirliği ile kabul etmiştir. 24 Kasım 2011’de Meclis Başkanı Cemil Çiçek tasarının derhal meclis gündemine alınmasını sağlamış ve 24 Kasım saat 22.50’de Meclis’te görüşmelere başlanmıştır. AKP’nin teklifine tüm muhalefet partileri (CHP, MHP, BDP) destek vermiştir. AKP adına söz alan ve halen milletvekili olan Nurettin Canikli, “Sözleşmeyi parlamentosundan geçiren, yasalaştıran ilk ülke olma onuru da inşallah bize ait olacak biraz sonra; hepimize ait olacak, bütün milletvekillerimize, bütün gruplarımıza ve Türkiye’ye ait olacak. Bu gurur gerçekten çok tarihi bir anın da aynı zamanda yansımasını ifade ediyor.” demiştir. Görüşmeler sonucunda İstanbul Sözleşmesi uygun bulma kanunu 247 vekilden 246’sının sözleşmeye kabul oyu vermesi üzerine sadece 1 vekilin çekimser oyu ile meclisten geçmiştir. Dolayısıyla sözleşmenin TBMM’den oybirliği kabulüyle geçtiğini ifade etmek mümkündür.
“Sözleşme Türkiye’yi parçalamak amacıyla üretilmiştir.”
Türkiye’nin yanı sıra, “Arnavutluk, Andorra, Avusturya, Belçika, Bosna Hersek, Hırvatistan, Kıbrıs, Danimarka, Finlandiya, Estonya, Fransa, Gürcistan, Almanya, Yunanistan, İzlanda, İrlanda, İtalya, Lüksemburg, Malta, Monako, Karadağ, Hollanda, Norveç, Kuzey Makedonya, Polonya, Romanya, Portekiz, San Marino, Sırbistan, Slovenya, İspanya, İsveç, İsviçre” sözleşmeye taraf olmuşlardır. Sözleşme aynı koşullarla ve çekince konulmaksızın taraf olan tüm ülkelerde uygulanmakta olup, taraf olan diğer ülkeler de iç hukuklarını sözleşmeye göre düzenlemişlerdir. Sözleşmenin Türkiye’ye özel olarak üretildiği iddiası doğru değildir. Sözleşme Türkiye’ye özel olarak hazırlanmamıştır ve Türkiye’ye özel başkaca hükümler içermemektedir.
Emperyalizmin baş temsilcisi Amerika Birleşik Devletleri sözleşmeye taraf ülkelerden değildir. Sözleşmeye taraf olan ülkeler ile Türkiye arasında çok sayıda dostluk, milletlerarası hukuk ve ticaret anlaşması bulunmaktadır. Hatta birçoğuna Atatürk döneminde bizzat Atatürk’ün girişimiyle imza atılmıştır.
“GREVIO aracılığıyla Türkiye denetlenmektedir.”
GREVIO, Sözleşmenin 66. maddesinde düzenlenen “Kadınlara yönelik şiddetle ve aile içi şiddetle mücadele konusunda uzmanlar grubu”dur. İstanbul Sözleşmesi’nin izleme mekanizması olan GREVIO’nun sözleşmeden doğan bir denetim hakkı olmadığı gibi sözleşmenin tarafı olan ülkelere karşı hukuki veya cezai yaptırım uygulama hakkı da yoktur. Sözleşmenin 66/1 maddesi “ Kadınlara yönelik şiddetle ve aile içi şiddetle mücadele konusunda uzmanlar Grubu (bundan böyle “GREVIO” olarak anılacaktır) bu Sözleşmenin Taraflarca uygulanmasını izleyecektir.” Uyarınca GREVIO’nun görevinin “denetlemek” değil “izlemek” olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Türk Dil Kurumu’ndan yola çıkar isek: “Denetlemek: Bir işin doğru ve usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığını incelemek, murakabe etmek, teftiş etmek, kontrol etmek” ; “İzlemek: Bir olayın gelişimini gözden geçirmek.” Olarak tanımlanmıştır. Hukuki metinlere yorum getirilirken de özenle yaklaşmak, gerek kelime anlamının gerek hukuk terminolojisinde yer ettiği anlamın bilinciyle konuyu değerlendirmek gereklidir. Sözleşmenin 66., 67 ve 68. Ve 69. Maddeleri hukuki olarak incelendiğinde -ki hukukçu olmaya da gerek yoktur, gayet anlaşılır bir Türkçe ile yoruma yer bırakmayacak şekilde açık ve net yazılmıştır- heyetin hiçbir suretle denetim işlevinin olmadığı görülecektir. GREVIO’nun izleme süreci şu adımlardan oluşmaktadır; ülkelere sözleşmenin uygulanması ile ilgili çeşitli başlıkları içeren bir soru formu (anket) sunulur. Bu formdaki sorular da yine taraf ülkelerin şiddet olayıyla ilgili 14. Madde esas alınarak topladığı veriler ele alınarak hazırlanmaktadır. Bu veriler yetersiz ise ulusal kurumların işbirliğiyle söz konusu taraf ülkenin rızası ile yapılacak ülke ziyaretinde veriler açıklığa kavuşturulabilir. Ülkeler, bu soru formunu doldurma usulüyle raporlarını heyete sunmaktadırlar. Aynı soru formları sivil toplum kuruluşları ve ulusal kurumlar tarafından da doldurulup heyete ulaştırılabilir. Örneğin; Vatan Partisi, Cumhuriyet Kadınların Derneği ve Türkiye Gençlik Birliği de bu formu doldurarak heyete gölge raporunu sunabilir. Heyet sonuç olarak elde edilen bütün bilgileri ve Tarafların yaptığı yorumları esas alarak, raporu ve bu Sözleşme hükümlerini uygulayabilmek amacıyla Taraf ülkenin aldığı tedbirlere ilişkin vardığı sonuçları kabul edip, bu rapor ve varılan sonuçlar, ilgili Tarafa ve Taraflar Komitesine göndermektedir. GREVIO’nun raporu ve varılan sonuçlar, söz konusu Tarafın varsa yorumlarıyla birlikte, kabul edildikten sonra kamuya açıklanmaktadır.
Sonuç olarak GREVIO bir rapor organıdır. . GREVIO raporu sadece Türkiye için değil taraf olan tüm devletler bakımından hazırlanmaktadır.
Milletlerarası hukuk sözleşmelerinin neredeyse tamamında tıpkı GREVIO’nun yaptığı gibi izleme ve rapor sunma işlevini gerçekleştiren organlar oluşturulmuştur. Örneğin Türkiye’nin de 1985 yılından beri taraf olduğu Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nde de aynı nitelikte bir “CEDAW Komitesi” vardır ve 1985 yılından bu yana raporlar yayınlamaktadır. Aynı yetkilere sahip olan bu komite 35 yıldır hiç hedef alınmamışken, GREVIO’nun hedef alınmasının sebebi aslında İstanbul Sözleşmesi’ne duyulan kadın düşmanı ve gerici hazımsızlığının paravanıdır. Sözleşme, kadına yönelik şiddetle mücadelede Dünya’da ilk ve keskin adımı atmıştır. Bunu detaylı olarak başka bir yazıda incelemek en doğrusu olacaktır. Bilindiği üzere milletlerarası sözleşmelerde, devletlerin bağımsızlığı ilkesine özen gösterilmiş, kullanılan her kelime de bu nedenle hukuken devletin bağımsızlığını zedelemeye yer vermeyecek şekilde dikkatle seçilmektedir. Bu sebeple sözleşmelerin tamamında “TAVSİYE EDİLİR” ibaresini görmek mümkündür. İç hukuk metinlerimizin aksine milletlerarası sözleşmede emredici hükümlere yer verilemez. İstanbul Sözleşmesi’nde ise GREVIO’nun Türkiye’ye bir tavsiyede bulunması hakkı dahi mevcut değildir. Dolayısıyla GREVIO temelinde yapılan karşı çıkış da hukuken yanlıştır. Sözleşmenin 68/12 maddesinde “Taraflar Komitesi rapora ve GREVIO’nun vardığı sonuçlara dayanarak söz konusu Tarafa yönelik şu tavsiyeleri benimseyebilir: (a) GREVIO’nun vardığı sonuçların uygulanması için alınması gereken tedbirlere ilişkin tavsiyeler; gerekirse bunların uygulaması hakkındaki bilgilerin sunulması için bir tarih belirlenebilir; ve (b) bu Sözleşmenin layıkıyla uygulanabilmesi için söz konusu Taraf ile işbirliğini geliştirmeyi amaçlayan tavsiyeler.” Denilmek üzere Taraflar Komitesi’nin belirlenen iki unsur üzerinden taraf devlete ancak ve ancak TAVSİYE verebileceğini, herhangi bir yaptırım ve denetim mekanizması işletemeyeceğini görebiliriz.
“GREVIO’nun üyelerinin seçimi Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından yapılır.”
GREVIO en az 10, en çok da 15 üyeden oluşacak şekilde sözleşmeye taraf ülkelerin oluşturduğu “Taraflar Komitesi” tarafından yine taraf ülkelerin aday gösterdiği kimseler arasından seçilmektedir. Bu Üyelerin seçimi hususu açık ve net bir şekilde sözleşmeye taraf olan ülkelere bırakılmıştır. Ayrıca aynı ülke vatandaşı iki üyenin bulunamayacağı da düzenlenmiş ve demokratik bir seçim mekanizması oluşturulmuştur.
“GREVIO heyeti emperyalist zabıtadır.”
GREVIO heyetinin geçtiğimiz iki dönem başkanlığını Türkiye temsilcisi Prof. Dr. Feride Acar yapmıştır. Şu anda da Başkanlığını Malta’nın yaptığı, Türkiye’nin de içinde olduğu GREVIO heyetinde yer alan diğer ülkeler ise; İsveç, Sırbistan, Fransa, İsviçre, Slovenya, Yunanistan, Almanya, İtalya, Portekiz, Gürcistan, Arnavutluk, Malta, Norveç, Danimarka’dır. İki dönem başkanlığını Türkiye temsilcisinin yürüttüğü heyeti emperyalist zabıta olarak nitelemek, konuyu bağlamından saptırmak ve hedef şaşırtmaktır. Bu yaklaşım, sözleşmenin kuruluş sürecinden bu yana egemen bir devlet olarak aktif sorumluluk alan ülkemizin konumunu ve başarısını da küçümsemek anlamına gelir. Türkiye geçmişinden bugüne değin kadın hakları konusunda Dünyaya örnek olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Kadına yönelik şiddetin yoğun olarak yaşandığı emperyalist Amerika’ya ve işbirlikçilerine de kadının insan haklarının nasıl korunacağını öğretecek olan yine Türkiye olacaktır.
“Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi (Meclisi) Türkiye’yi denetleyecek.”
Sözleşmenin uygulanmasında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin rolünü düzenleyen madde 70 oldukça açıktır. “Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi, bu Sözleşmenin uygulamalarını düzenli aralıklarla değerlendirmeye davet edilecektir.” TDK’dan yardım alacak olursak: “Değerlendirmek: Bir şeyin özünü, önemini, nitelik ve niceliğini belirlemek.” Anlamını taşır ve “denetlemek” kelimesi ile gerek Türkçe anlam gerek hukuk terminolojisi bakımından ilişkisi yoktur.
“Sözleşmede geçen toplumsal cinsiyet kavramı ile cinsiyetsizleştirme dayatılıyor.”
Sözleşmenin çeşitli maddelerinde geçen “Toplumsal cinsiyet” ibaresinin tanımı yine sözleşmenin Madde-3 “Tanımlar” başlığı c. Fıkrasında yapılmıştır. Buna göre; “Toplumsal cinsiyet; kadınlar ve erkekler için toplum tarafından uygun görülen ve sosyal olarak inşa edilen roller, davranışlar, eylemler ve nitelikler anlamına gelir.” Sözleşmeyi eğip bükmenin, komple teorisi yaratmanın anlamı yoktur. Sözleşmede toplumsal cinsiyetin tanımı açık ve net bir şekilde yer almış olup, sözleşmenin uygulanmasında esas alınacak olan tanım budur. Şu veya bu çevrelerin yaptığı toplumsal cinsiyet tanımı üzerinden sözleşmeyi alaşağı etmek bilimsel bir yaklaşım değildir. Sözleşmenin amacı 1. Maddede açık ve net bir şekilde düzenlenmiş olup, kadına karşı her türlü şiddet ve ayrımcılık ile aile içi şiddete karşı mücadeleyi amaçladığına şüphe yoktur. Burada topluma cinsiyetsizliğin veya belirli bir yaşam tarzının dayatıldığını görmek en iyi niyetli haliyle okuduğumuzu anlamamakla izah edilebilir. Yine madde 2’de Sözleşmenin Kapsamı düzenlenmiş olup, “Bu Sözleşme, aile içi şiddet de dahil olmak üzere, kadınları orantısız bir biçimde etkileyen, kadına karşı her türlü şiddet için geçerli olacaktır.” Sözleşmenin “Kadına karşı her türlü şiddet” için uygulama alanı bulduğunu, başkaca cinsiyet tanımlamaları veya cinsiyetsizleştirme içermediğini sözleşmenin kendisinden de okuyabiliriz. Bizler topluma gerçek ve doğru bilgiyi verme sorumluluğunu taşıyan kimseler olarak, sözleşme metninde yer almayan hususların aslında orada olduğu varsayımından yola çıkarak toplumu yanıltıcı, manipülasyona sevk eden ifadeler kullanmamaya özen göstermeliyiz. Bu manipülatif, gerçek olmayan iddialar 2016’dan bu yana kadın düşmanı gerici çevrelerce üretilmiş ve piyasaya sürülmüştür. Bu da başlı başına bir yazı konusu olup yapılacak basit bir araştırma ile çok sayıda açıklama, haber ve başkaca kaynaklara ulaşmak mümkündür.
“İstanbul Sözleşmesi’ni feshedelim, 6284’ü savunalım”
6284 sayılı Kanun, tartışmasız şekilde İstanbul Sözleşmesi’nin ürünüdür. İstanbul Sözleşmesi’nin ülkemize getirdiği en önemli yenilik 6284 sayılı Kanun’dur. 6284 sayılı Kanunu ve İstanbul Sözleşmesi’ni birbirinden ayrı değerlendirmek bir arsayı üzerindeki yapıdan yani bütünleyici parçasından ayrı değerlendirmek gibi hem mantığa hem de hukuka aykırı bir yaklaşım olacaktır. Yani İstanbul Sözleşmesi’nden bağımsız olarak 6284’ü savunamazsınız, ikisine de topyekün karşısınızdır veya değilsinizdir.
6284 sayılı Kanun’un “Amaç, Kapsam ve Temel İlkeler” bölümünde (Md.2) bu açıkça düzenlenmiştir:
“Bu Kanunun uygulanmasında ve gereken hizmetlerin sunulmasında aşağıdaki temel ilkelere uyulur:
a) Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, özellikle Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve yürürlükteki diğer kanuni düzenlemeler esas alınır.”
6284 sayılı Kanun şiddetin önlenmesi amacıyla çeşitli koruyucu ve önleyici tedbirleri düzenlemektedir. Yasa yapıcılıkta izlenmesi gereken usullere uygun olarak 25 maddeden ibaret olarak hazırlanmış, kazuistik bir yöntem benimsenmeksizin yani her olaya ve duruma göre düzenleme yapılmaksızın modern bir teknikle yazılmıştır. Bu bakımdan Kanunun uygulanmasında temel ilkeler ve esaslara işaret etmekle yetinilmiştir. İşte o temel ilke Kanunda yazmaktadır: İstanbul Sözleşmesi! Yani siz bugün İstanbul Sözleşmesi’ni feshettiğinizde ülkenizdeki o biricik kanunun temelini hukuken sarsmış olacaksınız. Temeli olmayan bir kanun ile yargıdan çözüm bekleyeceksiniz. Dayanaktan ve temelden yoksun bırakılmış 25 maddelik bu kanunu ve uygulama yönetmeliğini nasıl ve neye dayanarak sürdüreceksiniz? Mahkemeleriniz ve Kurumlarınız bu kanunu uygulayamaz hale geldiğinde kadına yönelen her türlü şiddete karşı devletin yaptırım gücünü zayıflatmış olmayacak mısınız? Yaratacağı tüm bu hukuki sonuçlar bir yana “İstanbul Sözleşmesi’ni boş verelim ve 6284 sayılı kanunu savunalım” iradesinin ilkesel olarak yanlışlığına, siyaseten ve hukuken diğer kanunlarımız bakımından doğuracağı sonuçlara bir sonraki başlıkta değineceğim.
“İstanbul Sözleşmesi haklar açısından yenilik getirmedi.”
Yukarıda da değindik, İstanbul Sözleşmesi Türkiye’de 6284 sayılı Kanunun hazırlanmasına sebebiyet vermiştir. Başlı başına getirdiği en büyük yenilik budur. Sözleşme ile birlikte şiddetle mücadele hatları kurulmuş, bu hatlar üzerinden şiddete uğrayan kadınlara hızlı erişim imkânı tanınmıştır. Türkiye’nin 81 ilinde Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM) kurulmuş ve eğitimli uzman kadrolar görevlendirilmiştir. Kolluk birimleri ve devlet mekanizmaları kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda mevzuat ve yaklaşım eğitimlerinden geçirilmiş; özellikle büyükşehirlerde kadına yönelik şiddet vakalarında ifade alma sürecini işleten ayrı birimler kurulmuştur. Böylelikle şiddete uğrayan kadının soruşturma evresinde ikinci kez mağdur edilmesinin önüne geçilmiştir. İstanbul Sözleşmesi; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK), 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK), 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK), 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un uygulanması ve özellikle yargılama sürecinde hüküm kurulması aşamalarına da şiddete uğrayan mağdur kadın lehine etki etmektedir. Öyle ki geçmişte “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışıyla ört bas edilen kadına yönelik cinsel saldırı veya kasten öldürme fiilleri sözleşmenin tanıdığı “mağdur kadın yanında davaya katılma” hakkı sebebiyle ceza yargılamalarında baro kadın hakları komisyonlarının ve benzeri kuruluşların mağdur kadın yanında davaya katılmasına olanak tanımıştır. Aynı şekilde sözleşmenin bir getirisi olarak Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü vekillerinin de davayı takip zorunluluğu getirilmiştir. Bunun sonucu olarak ciddi bir kamuoyu baskısı oluşturulmuş, adaletin derhal ve hakkaniyetle tecelli etmesi sağlanmıştır. Yine mahkemeler Sözleşme hükümleri çerçevesinde sanıklarca ileri sürülen töre, namus, mağdurun mesleği, kişiliği, konumu vb. savunmalarına itibar etmemektedir. İstanbul Sözleşmesi’nin en büyük kazanımlarından biri de “Kadının beyanı esastır” ilkesinin ceza hukukuna yerleşmiş olmasıdır. Öyle ki cinsel saldırı suçu diğer tüm suçların aksine çevresinde iz bırakmayan, fail ve mağdur dışında tanığı olmayan bir suç türüdür. Sözleşme öncesinde delil yetersizliğinin olduğu hallerde “sanık lehine yorum ilkesi” gereği cezasız bırakılan failler bakımından durum mağdur kadın lehine değişmiştir. İstanbul Sözleşmesi sonucu AİHM’in oluşturduğu içtihatlarla birlikte kadına yönelik cinsel ve fiziksel suçların varlığı halinde “Kadının beyanı esastır” ilkesi uyarınca mahkemece delilleri değerlendirmekte ve kanaate ulaşmaktadır. Kadına yönelik şiddet vakalarını içeren uyuşmazlıklar bakımından uzlaşma ve arabuluculuk yolu kapatılmıştır. Sözleşme ile birlikte artık karakollarda şiddete uğrayan kadın ile şiddet gösteren erkek “Aile içinde olur bunlar” denilerek gönderilememektedir. Tam aksine derhal önleyici ve koruyucu tedbirler başkaca bir delil aranmaksızın ve zaman kaybedilmeksizin işletilmektedir. Zaten Sözleşme düşmanlarını çılgına çeviren tam da budur. Şiddet uygulayan erkek evden uzaklaştırılmakta, evin geçimini sağlıyor idiyse şiddet gören kadına derhal tedbiren nafaka bağlanmaktadır. Sözleşmeden önce şiddete uğrasa da elinden bir şey gelmeyen, evden kendisi gitmek dışında bir çözümü olmayan, kendisinin de ekonomik gücü olmadığından gidecek bir yeri olmayan ve şiddete mecburen boyun eğmiş olan kadının arkasında şimdi koskoca Devlet vardır ve bu durum şiddet uygulayan erkeğin hiç ama hiç işine gelmemektedir. Aileyi yıkan uygulama dedikleri de işte budur. Korumaya çalıştıkları aile kurumu değil kendi kölelik düzenleridir. İstanbul Sözleşmesi sayesinde iç hukukumuzda önemli içtihatlar da oluşturulmuştur. Bilindiği gibi ülkemizde imam nikahıyla evliliklerin önü, Anayasa Mahkemesi’nin resmi nikah olmadan dini nikahı suç sayan TCK düzenlemesini iptali ile açık hale gelmiştir. Ve somut bir Türkiye gerçeği olarak birlikteliklerin bir kısmı resmi nikah olmaksızın imam nikahıyla gerçekleşmektedir. Bunun yanı sıra Türkiye’de aile yaşantısı yalnızca kadın, erkek ve çocuktan oluşan çekirdek bir aile modelinden ibaret değildir. Ancak İstanbul Sözleşmesi “Aile içi şiddet” tanımı ile bu gerçeklikleri tespit etmiş, imam nikahlı eşi veya birlikte yaşadığı diğer aile bireyleri tarafından (anne, baba, kayınvalide, kayınbaba vs…) uğramış olduğu şiddete de çözüm geliştirerek aile içi şiddetin yalnızca evliliğin tarafları arasında yaşanmadığı gerçeğini göstermiştir. Bir mahkeme de kararında İstanbul Sözleşmesi’ne dayanarak imam nikahı ile birlikte yaşadığı kişi tarafından şiddet görmüş olan kadına tedbir nafakası bağlanmasına hükmetmiştir. Böylece mağdur kadınlar şiddete karşı dik duruş sergileyebilmekte ve daha kolay mücadele edebilmektedir. “İstanbul Sözleşmesi neler getirmiştir?” başlığı ayrı bir yazı konusudur ve çok fazla detaylandırılabilir ancak ana hatlarıyla bunları ifade edebiliriz.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ DÜŞMANLIĞI HANGİ İKLİMİN ÜRÜNÜDÜR?
Kadının cumhuriyet devriminin kazanımı olan medeni haklarının geri alınması planı şahsi bir öngörüden ibaret değildir. Yeni Akit Gazetesi, Akit Tv, A Haber, Yeni Şafak Gazetesi, Milli Gazete üzerinden hükümeti ikna ve kamuoyu desteği sağlamak üzere 2016 yılından bu yana sistemli bir çalışma yürütülmektedir. Bu çalışmaya çok sayıda cemaat lideri ve kadın düşmanı kamuoyu desteği olmayan oluşumlar da destek vermekte ve bu oluşumların sözde “akil adamları” tarafından hükümet üzerinde lobi faaliyeti yapılmaktadırlar. Söz konusu lobi çalışmasının meyvesi Mayıs 2016'da çıkan Boşanma Komisyonu Raporu olmuştur. Bu raporun içinde yer bulan, "Erken yaşta evliliklerde kademeli ceza sistemi ile çocuk istismarına af ve süresiz nafakanın kaldırılması" hususları zaman zaman Meclis gündemine alınmışsa da topyekün verilen mücadeleler sonucu geri çekilmiştir. Bu projede yalnızca İstanbul Sözleşmesi hedef değildir; esas olarak CEDAW, 6284 sayılı yasa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Medeni Kanun’un çeşitli hükümlerinin kaldırılması gündemdedir. Ufak bir internet araştırması yapıldığında sayılanların tamamına karşı bir mücadele olduğu görülecektir ki bunun gerici ve yobaz zihniyet açısından tutarlı olduğunu da söylemek mümkündür. Bu sözleşmeler ve kanunlar bir bütün halinde kadına koruma sağlamakta, biri olmazsa diğeri temelsiz kalmaktadır.
Hükümet ve bizzat Cumhurbaşkanı tarafından İstanbul Sözleşmesi’ne karşı yapılan çıkışlar ve Ayasofya'da verilen Cuma hutbesi bize göstermiştir ki; gerici çevrelerce yapılan lobi faaliyetleri sonuç vermiş, iktidar bu çevrelere göz kırpmaya ve çeşitli ödüller sunmaya niyetlenmiştir. Diyanet İşleri Başkanı'nın Atatürk' e lanet okumasının bir dil sürçmesi olmadığını ayrıca bu konuşma metninden orada bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın pek tabi haberdar olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz.
Şimdi sıra kadın düşmanı-gerici çevrelerin 2016’dan beri gün be gün mücadelesini verdiği, hükümete çağrısını yaptığı projeye gelmiştir. Proje kapsamına bakıldığında milletlerarası sözleşme olması nedeniyle kamuoyunda daha az tepki çekeceği hatta antiemperyalist Atatürkçülerin gerekirse sürece desteğinin alınacağı İstanbul Sözleşmesi’nden başlamak elbette en doğru hamle olmuştur. Zira projenin 6284 ve Medeni Kanun ayağından başlamak ikna edici olmayacağı gibi; Anayasamızın md. 90 hükmü gereğince de sıradakilere el atılması için İstanbul Sözleşmesi’nin feshi şarttır. Gerici çevrelerin ve şu anda verdiği sözü tutacak olan AKP’nin; kadınların yaşam hakkını temin eden böylesine önemli bir anlaşmanın feshine kamuoyu desteği almasının tek yolu, halkın vatansever duygularını kullanarak sözleşme içeriğini çarpıtması, manipüle etmesi hatta doğrudan yalan söylemesi ile mümkün olacaktır.
Ancak bizlerin toplumu aydınlatma yükümlülüğü vardır. Hiçbir yanlış bilginin bizim elimizden geçerek topluma ulaşmasına müsaade edemeyiz. İstanbul Sözleşmesi’nin feshi meselesi, kadının medeni ve siyasi haklarına hatta ve hatta yaşam hakkına karşı açılan bir yobaz savaşın ilk adımıdır. Vatanseverlere ve Atatürkçülere düşen görev; Atatürk 'e ve Cumhuriyet devrimine çekilen bu kılıca karşı HER CEPHEDE DERHAL SİPER OLMAKTIR!