YUSUF YAVUZ:YERİNE KOYMAK
"Bir çekirdeğin vardı. İçinde hayatının şifresi. Kendini oluşturma tohumun. Yüz metrelik bir ağaç olacaktın, dünyanın yamacında. Göğün bağrını delecekti dalların. Yaprakların olacaktı, rüzgârla sevişip yorulunca toprakta eriyen. Bir yaşam döngüsü olacaktın, akan, aktıkça parıldayan, sonsuzluğa. Ah çekirdeğini hayatla kapladın. Hayat çağırdı, sen gittin. Beş metrelik ağaçlara karıştın..."
***
Yerine koymak...
Yerine koymak. Bir şeyi başka bir şeyin görünümüyle ikame etmek.
Şeylerin karşılıklı bitmeyen takası. “Gel!” sesine tutunmak.
Doğduğun günden beri seni çağıracak ağızların içine bakmak.
Kulağından zihnine erimemiş cümleler akıtmak.
Ve dolanmak kuyruğunun üstünde, hep aynı kuyruk acısıyla, ruhunu dağlamak. Yeterince dağlayınca, adını “hayat işte, neylersin?” koymak.
Ruhunun kabuğunu her gün biraz daha kalınlaştırmak.
İçindekinin üzeri yeterince örtülünceye kadar kendinden uzaklaşmak…
Arzın bir merkezi vardır. Güneşin, boşluğun, atomun bir merkezi vardır. Senin de vardır bir merkezin. Kadim günlerden beri. Yaratılmışlığının kaptan köşkü. Seninle ilgili bütün bilgilerin şifre odası. Yeryüzünün sensiz geçirdiği milyon yıldan beri vardır.
Öyledir yani...
Bir kirpik kırpması, birkaç telaşlı yürek atışı ve nikotinden mürekkep tuhaf bir hayat bileşenine açtığında gözlerini, herkes saklar senden; sır gibi tutulan şifre odasını...
Bilinmemelidir hayatın sırları. Hayata mugayir şeylerdendir bilmek. İlk kez hayata açtığında gözlerini, ciğerlerini yırtarcasına ağlaman bundandır. Bundandır hayata kapattığında gözlerini, artık yırtılmayacaklarını bildikleri ciğerlerinden ‘güven içinde’ dışarı attıkları koyu oksijen.
Keşfedersin bir gün. Bir aynalı odada. Kırık bir günün boşluğunda. Uzun bir yolun sonunda. Ya da her neredeyse. Bulursun bir gün sana ait seyir defterini. İçini doldurmak istersin. Bir güncen olsun istersin, yaşadığının kanıtı olarak. Başlarsın yazmaya. İyi, güzel ışıklı günler biriktirirsin içinde. Işıksız olanları yazmazsın, bozulmasın diye hayatın seyri. Uzun cümlelerin olsun istersin. Duyduğun bütün sesleri içinde hapsetmek istersin. Seni oyalasınlar, hayatını anlamlı kılsınlar diye. İlk hissettiğin yüz kızarmasını, ilk gördüğün buğulu yüzü, kurşun kalem kokan sarı defterlere karaladığın anlamsız harfleri.
Senin de seyir defterin dolmaya başlar, bütün iyi ve mutlu yaşayanların korosuna eklenirsin. Yoldasındır çünkü. Öğrenilmiş ve her karesi ezberlenmiş hayatın rayındasındır. Raydan çıkmak da hayata mugayir şeylerdendir. Büyürsün, büyüdükçe eksilerek. Hayata tutunmanın tek yoludur bu. Yükselebilmek için bütün ağırlıkların aşağıya bırakıldığı koca bir balondur günlerin.
Bilirsin çünkü, yükseldikçe boynuna takılacak süslü gerdanlıkları. Bilirsin çünkü, yükseldikçe seni çağıran seslerin çoğalacağını. Artık hayatın yükseklik limitlerini aşmışsındır. On yedi yaşın çoktan geçmiş, eline tutuşturulan her kimlikten milimetrik hazlar almış, bir imzadan diğerine; yeryüzündeki bütün antlaşmalara adın kazınmıştır. Ve o içindeki kazınma sesini duyduğunda hissettiğin korkunun seni ele geçirmesine sesin çıkmamıştır.
Seyir defterine elini götüren dürtüyle aklını götüren dürtü arasındasındır artık. Araf’ta. Bütün ideallerinin birer yanılsama olduğunu anlaman uzun sürmez. Telaşla içine koşarsın. Hızla uzaklaştığın kendine. Ve kapının çaldığında açılmama ihtimali bu fikirden uzaklaştırır seni. çünkü seni çağıran her sese koşarken unutmuştun kendi sesini. Kendini tanıyamama ihtimalinle kalakalırsın. Dışını izlersin bir süre. Kendini tanıyabilme olasılığı olan yüzleri ararsın. “şu yüz beni tanıyor olmalı, bir yerlerden” cümlesidir yolunu gözlediğin. Her şeyini seni tanıyan bir yüz bulma olasılığına terk edersin.
O küçük hücre. Varoluşunun anlamı. Seni hayatla donatan büyülü şifre. Yani sen! Kendin. Uzaktasındır artık. Hepsinden ve kendinden. Ah makas açılmıştır artık. İki ayrı uca gidersin. Kendinden ve kendinden çıkarak yola.
Bir çekirdeğin vardı. İçinde hayatının şifresi. Kendini oluşturma tohumun. Yüz metrelik bir ağaç olacaktın, dünyanın yamacında. Göğün bağrını delecekti dalların. Yaprakların olacaktı, rüzgârla sevişip yorulunca toprakta eriyen. Bir yaşam döngüsü olacaktın, akan, aktıkça parıldayan, sonsuzluğa…
Ah çekirdeğini hayatla kapladın. Hayat çağırdı, sen gittin.
Beş metrelik ağaçlara karıştın...