ÜLKÜCÜLER VE ANTİEMPERYALİZM
Ozan Arif (Arif Şirin) ve diğer ülkücülerin yaşadığı vefasızlık devletin ne derece pragmatist olduğunu göstermektedir. Bilindiği üzere 12 Eylül 1980 Amerikancı askeri darbe sonrası sadece sol siyasal çevreler değil, radikal sağcı ülkücü çevreler de büyük bir kıyımdan geçmişti. İçlerinden yüzlercesi ağır cezalara çarptırılırken, onlarcası darağacında can verdi. Ozan Arif bu süreçte yurtdışına kaçmak zorunda kaldı. Oysa bunlar devlet için vuruşan insanlardı.
Devletin sola yönelik saldırısı anlaşılır bir durumdur. Çünkü sol mevcut burjuva-kapitalist düzeni yıkıp yerine sosyalizmi kurmayı amaçlar. Ancak ülkücüler devleti sola karşı koruyan, gerektiğinde solcu gençleri katleden, devletin adeta milis gücü gibi davranan bir radikalizmin içindeydiler. Hatta Deniz Gezmiş ve diğer devrimciler Amerikan Altıncı Filoyu denize dökerken ellerinde sopalarla ara sokaklardan çıkıp devrimcilere saldıracak kadar antiemperyalizm bilincinden yoksundular. Ne var ki ABD işbirlikçisi devlet onları da harcadı. 12 Eylül'de yaşananlar göstermiştir ki devletin (burjuva düzeninin) ali çıkarları söz konusu olduğunda kendisine sınırsız ölçüde bağlı olanlar bile gerektiğinde tasfiye edilir.
Devlete bu hesapsız bağlılığın eleştirisini yapan ilk isim Muhsin Yazıcıoğlu oldu. O da devlet için vuruşmuş ancak sonunda gördüğü şey kocaman bir yalnızlık olmuştu. Cezaevinden çıkar çıkmaz yeni bir siyasal hareketin inşasına girişti. Muhsin Yazıcıoğlu, savunacakları devletin niteliğinin önemli olduğunu, sorgulamadan bir devletin himayesine girmenin yanlış olacağını söylüyordu. Ona göre her devlet, uğruna ölünecek erdemlere sahip değildir. Özetle ülkücülerin bir kısmı, devlet denilen aygıtın Türk Milletinin büyük çıkarlarını savunan bir yapı olmadığını, Türklüğü gerçek anlamda savunan bir devletin ancak mücadele edilerek kurulabileceğini düşünmeye başlamışlardı.
Devletin emperyalizmle olan bağlarının sorgulanması konusu da son dönem bazı ülkücülerin kafasını meşgul etmektedir. Onlara göre uğruna ölünecek devlet, emperyalizmi müttefik edinmiş olan değil, Türk Milletinin çıkarlarını savunan bir devlet olmalıdır. Hatta bu çevreler Deniz Geçmiş ve arkadaşlarının ABD karşıtı mücadelesini bile belli ölçüde haklı bulan bir anlayışa sahiptir. Ne var ki ülkücülerin çok azı bu düşüncededir.
Amerika’nın Türkiye’yi sıkıştırdığı bu günlerde bazı ülkücülerin antiemperyalizmin önemini kavramış olmaları hiç kuşkusuz sevindiricidir. Fakat 1970-1980 arası kanlı dönemin kapsamlı bir özeleştirisini henüz yapamamış olmaları antiemperyalizm konusunda kafalarının karışık olduğunu göstermektedir.
 
						