TOPLUMSAL AHMAKLIK SUÇ OLMAYABİLİR AMA ÖLÜMLE CEZALANDIRILIR

COVİD-19 hız kesmedi ve bu gidişle bir bariyerle karşılaşmadıkça hız filan kesmeyecek. 

Aşağıda benim DSÖ’nün raporlarına dayanarak “şahsım” olarak hazırladığım bir rapor özeti göreceksiniz.


Bu salgın, Çinli bilim insanlarınca yeni hastalık olarak belirlendiği 31 Aralık gününden bu yana yaklaşık 80 gündür, hatta Aralık ayındaki Vuhan Hayvan Pazarındaki adı konmamış ilk vakaları da sayarsak 90 gündür devam ediyor.

21 Martta açıklanan toplam vaka sayısı 266.073.

Çin ve G. Kore gibi Ocak ve Şubat aylarında çok yüksek sayıda vaka bildiren ülkelerden gelen günlük yeni vaka sayıları artık iki haneli rakamlara gerilemiş olmasına rağmen son 10 günün toplamı kendisinden önceki 80 günün toplamından 20 bin fazla.

Daha ürkütücü olanı ise son on günün ikinci yarısındaki toplam yeni vaka sayısı, ilk beş gündeki vaka sayısının üç katı.

Bir can sıkıcı bilgiyi daha vereyim. Her rapor bir önceki günün verileri ile kapatıyor. Ama DSÖ ulusal raporları açıklandıkları gibi kendi raporuna yansıtmıyor. Örneğin Türkiye vaka sayısı 21 Mart tarihli 61. raporda 670 olarak okunuyor. Oysa Türkiye çoktan 1000’li rakamlara dayandı. O da resmi sayı…

Şimdi bütün dünyadaki aklı başında bilim insanları, hastanelerdeki yığılmayı zamana yayacak önlemleri almaları için geri zekâlı hükumetlerini ikna etmeye çalışıyorlar. Ama o geri zekâlılar artık işler kontrolden çıkınca ve artık çok geç olunca kıpırdıyorlar.

İtiraf edelim bu salgın bu şekliyle durdurulamaz.

Kimi Batılı ve Doğulu bilim insanları -aslında biraz da dua eder gibi- bir şeyler mırıldanıyorlar. Şöyle şeyler söylüyorlar:

1. Virüs konağı yaşatmak zorundadır. Konak ölünce virüs de ölüyor. O yüzden mutasyon geçirip daha az öldürücü olan COVID 19 virüs kuşakları evrimsel süreçte ön plana çıkacaktır.

Mutasyonlar rastlantısaldır ve ne yönde olacağını kestirmek imkânsızdır. Ayrıca bu virüs yeterince bağışlayıcı (% 80). Bu ona hiç değişmeden de varlığını devam ettirme imkânı tanıyor.  Hatta tersine mutasyon geçirip daha fazla öldürücü olsa bile bu kuluçka süresi ve bulaşma hızıyla ilelebet payidar olmaya devam eder.

Bulaş sonrası aşı olunmazsa % 100 öldürücü olan Kuduz bile kendi soyunu tüketmedi. Veya daha az öldürücü olan adamı sadece kudurtan ama öldürmeyen bir kuduz virüsüne evrilmedi. Bu neden daha az öldürücü olmaya mecbur olsun?

Hem sitoplazması bile olmayan hatta canlı bile olmayan bir şeyin bir iradesi bir aklı mı var da "aaaa ben bunları öldürmemeyim yahu, yaşatayım ki ben de yaşayayım” desin. Aklı varsa ve biz saptayamıyorsak bile neden desin? Bizi ona sayıyla mı verdiler? Ben olsam kırar geçiririm. Nasılsa bu primat türü bir yandan üremeye devam ediyor.

2. Popülasyonun % 70'i yakalanıp bağışıklık kazanınca diğer yakalanmamış % 30 a bulaşmasına engel olacaktır. Biz bu sırada risk grubunu (yaşlıları kronik hastaları) beladan uzak tutalım diğerlerini çayıra salalım.

Buna sürü bağışıklığı deniyor. Anglo-Sakson akılsızlığının Trump ile birlikte en pejmürde mümessili olan Boris Cansın denen ebleh ve Hollanda'nın dar alınlı aptal bakışlı sağcı başbakanı bu fikri pek sevmişlerdi. Şimdilerde paçaları tutuştu.

Toplumsal bağışıklık işe yarayabilir gerçekten. Ama COVID-19’u geçirenlerin kalıcı veya uzun süreli bağışıklık kazandığına dair yeterli veri yeterli gözlem yok. Hatta tersine örnekler rapor ediliyor. Bu da işin bir başka can sıkıcı yönü.

3. Virüsler bir gen paketi. Bulaşmak ve üremek için konak canlının hücrelerinin içindeki genetik dizilime muhtaç. Bu durumda her virüs için belli türler konak vazifesi görebilir. Virüsler tür seçtikleri gibi ırk da seçebilirler. Örneğin bu virüs akciğerlerdeki  ACE 2 reseptörü genetik olarak daha çok olan Asya halklarına tutunacaktır. Türk genomu buna müsait değildir. 

Genetik açıdan bazı hastalıklara karşı bazı insanlar bağışıktır. Doğru. Örneğin Orak hücreli anemi hastalığına yol açan mutasyonu taşıyan bireylere sıtma bulaşmaz. Benzer durum bu hastalık içinde geçerli olabilirdi. Ama bu işkembeden atılarak iddia edilmez. Bunun araştırmalarla gösterilmesi gerekir. Hastalığın Çin'de başlamış olması, bu hastalığa Çinlilerin müsait olduğunu tek başına ispatlamaz. Nitekim ispatlamadı da. Herkese her millete bulaştı.

Eğer aramızda yaşayan gizli uzaylılar varsa onlara bile bulaşmıştır. 

Son dönemin parlak medya doktoru Oytun Erbaş kardeşimizin bu iddiası doğru olsaydı, asıl o zaman korkmamız gerekirdi. Çünkü ne kadar melezleşmiş olursak olalım bizde hala asyatik mongoloid genler fink atıyor. Arnavut, Giritli, Makedon, Mavi gözlü Kırım göçmeni melezi olan "şahsımın" kızının vücudunda bile doğduğunda meşhur Moğol beni vardı.

Biz Uzak Asya'dan gelip bir kısrak başı gibi girmemiş miydik bu memlekete?

Eğer Oytun kardeşimizin önermesi doğru olaydı Arabı, Acemi, Frengi keyif çatarken, biz; Çin ile Maçin ile Moğol Japon ve Eskimo ile birlikte hastanelik olurduk. Allahtan bütün milletlere ve bütün genomlara musallat oluyor da bütün milletler buna çare bulmak için çabalıyor.

Ayrıca bir Çinli ile bir Habeşin genom farkının, iki kardeş köpek arasındaki genom farkından bile daha az olduğunu insanların biyolojik açıdan ırklara ayrılamadığını, Türk genini bin yıl arasa bulamayacağını, sadece akraba çiftleşmelerinin yaygın yaşandığı kapalı kavimlerde belli mutasyonların görülme sıklığının arttığını pek bilmiyor sanırım Oytun kardeşimiz.

4. COVID 19 zarflı bir virüs. Bir solunum yolları enfeksiyonu virüsü. Bu nedenle havalar ısındıkça ultraviyole ışınların etkisi ile dış ortamda canlı kalma süresi ve bulaşma hızı düşecektir.

Virüs ile yaptığımız pazarlıklar içinde en aklı başında argümanımız bu. Ne kadar bulaşıcı olursa olsun eğer bir virüsün konak dışında aktif olma süresi düşerse bulaşma hızı düşer. (Bir başka sonbahara kadar gerçi; çünkü dünyanın yarısı yazsa yarısı kış)

Ama bunun için bütün evlerin içini dışına çıkarmamız; insanların bütün aktivitelerini açık havada güneşin altında yapmalarını sağlamamız; genelevleri ve randevu evlerini bile açık havada çalıştırmamız gerekir.

Çift kişilik bazalı yataklarımızı da parklara taşımalıyız. Zifaf geceleri değil zifaf öğlenleri yaşanmalı. Hem de perde çekmeden. Yoksa kapalı ortamlarda güneşin ultraviyole ışınlarından uzakta birbirimize virüs hohlamaya devam ederiz.

Üstelik buna güvenecek kadar rahat olamıyoruz. Zira yaz mevsimini idrak eden dünya halklarında da ateş bacayı sarmış durumda. Ki zaten bizim Umrecilerin Arabistan çöllerinden virüs kapıp gelmelerinden Ehli Sünnetin alacağı hisseler olmalı.

5. Her salgın eninde sonunda hız keser. Bu da şu veya bu nedenle hız kesecektir.

Doğru. Kara veba gibi bazı salgınlar ve diğer veba salgınları kendiliğinden sönümlendi. Ama öldüreceğini öldürdü de ondan sonra bitti. Hiç bir hastalık herkesi enfekte etmez. Veba kolera hatta çiçek ve sıtma gibi hastalıkların bulaşamayacağı insanlar vardır. Tarihteki salgınlar başladıkları yerlerde öldürebildikleri herkesi öldürerek coğrafi bariyerlerin önünde durdular. Birbiri ile ilişkisi olmayan milletler bu salgınlardan kurtuldu. İşte bu doğal bir bariyer.

Ama gerçekte salgınların önüne asıl bariyeri bilim daha doğrusu bilim insanları çekti şimdiye dek.

Çiçek ve çocuk felci kendiliğinden bitmedi. Biz bu iki belayı aşı ile bitirdik. Vebayı, frengiyi cüzzamı antibiyotiklerle denetim altına aldık. Kolerayı hem aşı, hem antibiyotikler, hem de temiz su kaynaklarını çeşitlendirerek dizginledik. İnsanları yıkamak, elbiselerini buhara tutmak iç çamaşırlarını kaynatmak tifüsü durdurdu. 

Kızamık artık çocuklarımızı elimizden almıyorsa, kuduz dünyanın pek çok bölgesinde yıllardır görülmüyorsa bunu aşı ve yalıtma tedbirleri ile sağladık.

Yalçın Küçük yetiştirmelerinin, Soner Yalçın gibilerin saçma sapan iddialarına kulak asmayın. Eğer aksamadan topallamadan yürüyorsak bunu çocuk felcinin aşısını geliştiren, Hitler kaçkını üç Yahudi bilim adamına borçluyuz. Böyle komploya can kurban.

Gariban bir İngiliz köy doktorunun 18. yy'da çiçek aşısını geliştirmesini, Rotşild'e, siyonizme yahut anglosakson emperyalizmine bağlayabilmek için adamın ruh hastası olması gerekir.

Konumuza dönecek olursak  bu sefer de öyle olacak.  Ya doğal bariyer oluşacak ya da biz bariyer geliştireceğiz.

Ama doğal coğrafi ve biyolojik bariyeri artık bütün dünya olan bir salgın var önümüzde. Bu sıkıntı yaratıyor.

Steve Walsh adında kıpırdak bir İngiliz iş adamı, Singapur’da kaptığı virüsü kendisi hafif grip belirtileri gösterirken tek başına İspanya, Belçika, Fransa ve İngiltere’de yüzlerce insana bulaştırmış. Steve biraderimize dünya dar gelmiş. Her memleketten selfie çekip göndermiş. Kendisi gayet iyi. Hala pişmiş kelle gibi sırıtıyor sosyal medya fotoğraflarında.

Bariyer olarak elimizde aşı ve ilaç da yok henüz. Destek ilaçları muhtemelen geliştirilecek ama aşı hiç bulunamayabilir. Her virüsün aşısı bulunamıyor. İnsanlara ve hayvanlara bulaşan Korona ailesinden virüslerin yaptığı (kedi FİB hastalığı gibi) hiçbir hastalığın aşısı geliştirilemedi henüz.18 yıldır ilk SARS Cov virüsü ile cebelleşiyor bilimciler. Zira o SARS’tan da çok ürkmüşlerdi. SARS 8000 kişiye bulaşıp yavaş bulaşma hızı ve keskin bir izolasyonla durdurulmasına rağmen aşı çalışmalarını bırakmadı insanlar. Ama bulamadılar.

Şu an elimizde kendimizden başka bariyerimiz yok. Virüs bizi bulamazsa üreyemez.

Astronot kıyafetin yoksa çıkmayacaksın kardeşim! Çıkanı da üzerine distopik filmlerdeki gibi ağ atıp yakalayıp bir güzel kolonya sıkıp evine tekrar kapatmalıyız.

Bu bulaşma hızını Çinlinin uyguladığı yöntemle düşürmek zorundayız. Başka bir silahımız yok.

Orhon kitabelerindeki öğütlere kulak vermenin, Çinliden gıcık kapmanın sırası değil. Şu işler bir bitsin; ondan sonra tekrar düşünürüz Çin'den prenses alıp almamayı.