Mustafa PALA : 8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ

8 Mart Dünya Kadınlar Günü

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde gökyüzünün yarısını sırtlayan ve yeryüzünün yarısını kucaklayan kadınlarımızı, kadın şairlerimizle ve onların şiirlerinden dizelerle selamlıyoruz…

Yeri Gelmişken

Kapak için görsel ararken bu kupayı gördüm. Her türlü özel anmayı kapitalizmin metalaştırmasının etkili ve harika bir eleştirisi dedim. Resme tıklayınca kupanın satıldığı siteye yönlendirildim; meğer bu bir eleştiri değil, Dünya Kadınlar Günü için üretilip satışa sunulan bir ürünmüş! Che Guavere’yi nesneleştirerek yıllardır sömüren sistemin, İzmir depreminde gündem olan, depremden uzun saatler sonra enkaz altından canlı kurtarılan acılı çocuğumuzun resmini kupaya bastığını çabuk unutmuşum.

Cumhuriyet’in Kadın Şairleri

8Mart, dünya kadınlarına sosyalizmin bir armağanıdır. 1910 Ağustos’unda İkinci Sosyalist Enternasyonal’in Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Alman Sosyal Demokrat Partisi delegesi Clara Zetkin ve arkadaşlarının önerisiyle her yıl Dünya Kadınlar Günü düzenlenmesi kabul edildi. 1921’de Üçüncü Enternasyonal’de “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” adı uygun görüldü. Sonrasında gerek tarihsel ve sosyal koşulların gerekse Liberalizmin etkisi ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun kabulüyle 1977’den sonra 8 Mart kadınlara hak değil çiçek verilen bir gün olarak anılır oldu.

Clara Zetkin ve Rosa Lüksemburg

Kadın, doğanın kendisine verdiği doğurganlık özelliğiyle kazandığı üstünlüğünü, insanın avcı toplayıcı yaşam süresince korudu. Toprağa bağlı, yerleşik tarım yaşamına geçişle üretime görece güçlü beden yapısıyla erkek girdi, savaşları o yaptı. Üretimin artması ve ürün fazlasının yarattığı sınıfsal yapı, kadının sahip olduğu üstünlüğünü elinden aldı. Artık o erkek egemen feodalitede evinin, kapitalizmde burjuva sınıfının işçisiydi ve sosyal yaşamda ikinci sınıftı, sanat ve edebiyatta da.  

Bu nedenle Halk ve Divan şiiri gibi Tanzimat, Serveti Fünun, Fecr-i Âti şiiri de kadın duyarlığından ve bir kadın bakışından uzaktır. Bu şiirlerde kadın çoğunlukla idealize edilmiş sevgilidir, sevilendir; ama edilgindir ve nesneleştirilmiştir. Bu dönemlerin edebiyatında kadın şaire rastlamak pek mümkün değildir. Her şey gibi şiir de erkek işidir ve eli hamurlu olanın edebiyattan uzak durması gerekir.

Çok aranırsa Divan edebiyatında kadın şair olarak Zeynep Hatun, Mihrî Hatun, Fıtnat Hanım, Leylâ Hanım, Âdile Sultan, Feride Hanım, Münire Hanım, Leylâ Hanım (Saz), Nigâr Hanım bulunabilir; ancak onlar da erkek duyarlığıyla şiir yazabilir ve yazabilmiştir. Kadın özne kimliği ve o öznenin iç dünyası, kadın bakışı yoktur bu şiirlerde. Onlar da erkek şairler gibi âşık oldukları sevgili kadını betimler, onun için acı çekerler… Özne kendini nesneleştirmiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında varsıllıkları Osmanlıdan miras ailelerden gelen Makbule Leman, İhsan Raif,  Şükûfe Nihal gelenekten pek uzaklaşmadan şiir “terennüm ederler”. Zengin ailelerinin onlara sağladığı iyi eğitim olanakları geleneksel şiir bilgilerini çoğaltır, ama derinleştirmez. Cumhuriyet aydınlanmasının ve kültürünün henüz kökleşemediği bu geçişte özne olamayan kadın özgün şiir de yaratamaz. Dilleri erkek dili olduğu gibi görgü, algı ve duyguları da erkektir. O şiirlerde kadın insana rastlanmaz.

Kadının kadın şair olması, Cumhuriyet aydınlanmasının kökleşmesi ve içselleştirilmesiyle olanaklı hale gelecektir. Nihayet şair kadınlar ya da kadın şairler ancak bundan sonra kimlikleri ve kişilikleriyle Türk şiirine damgasını vurmaya başlayacaktır. Özellikle 1950- 60’lardan itibaren Türk şiiri kadınla tanışacak, tanışmakla kalmayacak, kadınsız da anlatılamaz ve anlaşılamaz olacaktır. Türk şiiri, kadın şairlerimizle yeni bir boyut ve derinlik kazanacak, insanı daha derinlikli anlama ve daha etkili anlatabilme olanaklarını geliştirecektir.

Türk şiiri, kadının toplumsal özne olarak konumunu yakın tarih içinde iki yönden doğru bir biçimde betimledi: Biri, kurtuluş mücadelesi içinde kadınımızdı ve Nazım Hikmet, Kuvayi Milliye Destanı’nın 7. Bab’ında şöyle anlattı onu:

 (…)

 Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden

                       tekerlekleriyle.

 ve onlar

       ayın altında dönen ilk tekerlekti.

 Ayın altında öküzler

 başka ve çok küçük bir dünyadan

                        gelmişler gibi

                   ufacık, kısacıktılar

 ve pırıltılar vardı hasta,

                kırık boynuzlarında

 ve ayakları altında akan 

                       toprak

                          toprak

                              ve

                               topraktı

 Gece aydınlık ve sıcak

 ve kağnılarda tahta yataklarında 

 koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.

 ve kadınlar 

 birbirlerinden gizleyerek 

 bakıyorlardı ayın altında

 geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek

                                  ölülerine.

 Ve kadınlar

 bizim kadınlarımız:

 korkunç ve mübarek elleri,

   ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle

              anamız, avradımız, yârimiz

 ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen

 ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen 

 ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız

 ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki

 ve karasabana koşulan

 ve ağıllarda

 ışıltısında yere saplı bıçakların

 oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle

                       bizim olan kadınlar

                        bizim kadınlarımız

 (…)

Diğeri, kuruluş mücadelesi içindeki kadınımızdı, sosyal yaşama katıldıkça güçlendi, güzelleşti; tıpkı Orhan Veli’nin Quantitatif’inde bir yürek atışı gibi:

 “Güzel kadınları severim,

 İşçi kadınları da severim,

 Güzel işçi kadınları

 Daha çok severim.”

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde gökyüzünün yarısını sırtlayan ve yeryüzünün yarısını kucaklayan kadınlarımızı, kadın şairlerimizle ve onların şiirlerinden dizelerle selamlıyoruz…

Halide Nusret Zorlutuna (1901-1984) Yazar, şair ve öğretmen. Genç yıllarından itibaren sosyal kuruluşlarda çalıştı.  Şiir yazmaya mütareke yıllarında başladı. Türk Kurtuluş Savaşı’nın etkisi ve heyecanıyla millî edebiyat akımına katıldı, şiirlerinde hececi anlayışa bağlı kaldı. 6 şiir, 7 roman, 2 anı kitabı var.

Halide Nusret Zorlutuna

               

 (…)

 Mâbeddir orası, meyhane değil.

 Ziyalar, kokular, sesler, çiçekler..

 Ömrünün her günü bir başka düğün!

 Bülbüller koynunda aşkı çiçekler

 Güller dökülürler göğsüne bütün.

  

 Gerçekten güzelsin, efsane değil..

  

 Altınlı başında papatya niçin?

 Sarı saçlarına pembe gül takın!

 Git bahar, gönlümde ibadet için

 Diz çöken kızları ürkütme sakın,

  

 Kalbime girme, o, kâşane değil. (…)

                    (Git Bahar!)

Gülten Akın (1933-2015) Avukatlık ve öğretmenlik yaptı. Birçok kurumda kurucu ve yönetici olarak görev aldı. Şiirleri 1951’de yayımlanmaya başladı. 1970’li yıllarda toplum sorunlarına yöneldi. Halkın yaşam biçimini yükseltmek için şiiri de yükseltmek gereğine inandı. 12 şiir kitabı 3 cilt Toplu Şiirler’de bir araya getirildi.

Gülten Akın

 

 Kestim Kara Saçlarımı

 “Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi

 Bir şeycik olmadı deneyin lütfen

 Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım

 Günaydın kaysıyı sallayan yele

 Kurtulan dirilen kişiye günaydın

  

 Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi

 Bir yaşantı ile karşılayanlara

 Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum.”

Türkan İldeniz (1938- ) Şiirleri 1956’dan itibaren çeşitli dergilerde yayımlandı. Kadın duyarlığını öne çıkardığı şiirleriyle, Cumhuriyet dönemi kadın şairleri arasında adından söz ettirdi. Ataol Behramoğlu’nun saptamasıyla, şiirlerinde romantik, başkaldırıcı kadın kişiliğiyle dikkati çekti. Eserleri, Taşra Kızının Deliceleri (1966) ve Havva Çıkmazı (1967).

Türkan İldeniz

 

 Dağılıp belkileri aramak öyle

 Sonuçta belki şenlik belki yenik

 İnsan olmak sorunu ilk

 büyük açılar bileşkesinde.

  

 Hep kurtarmak baş tutku

 Duyguları katı çarklardan

 Korkusuz yaşamak hançer ucu

 Şimdi yoluna ayna tutan.

  

 Kurur savaşlar, haksızlıklar

 Altı kıta yürür el ele

 Kurur şüphesiz kötülükler kökünden

 Sevgi bayrak olursa evrene.

 (…)

 Yürek özgür yaşamak ister

 Kimselere yüksünmeden, kızmadan

 Buyurmaya açılan ağızlara bir tomurcuk

 Barış çocuklarından.

     (Sevgi Bayrak Olursa Evrene)

Melisa Gürpınar (1941-2014). İlk şiir kitabı Umut Pembeleri 1962 yılında yayımlandı. 1990’a kadar 8 şiir kitabı daha çıktı. Çocuk ve gençlik romanlarına da imza atan şairin ödüllü şiirsel öyküleri ve bir de tiyatro oyunu var. Son şiir kitabı Güzel Acılar Ülkesi (2014).

Melisa Gürpınar

 

 Söz,

 şiire dönüşürken,

 bir çocuk kâkülü gibi

 kısacık mı kesilmelidir ille de?

 Hayır!

 Şiir annem gibi

 uzun uzun seslenmelidir

 uykusunda,

 olmayan sevgiliye.

  (…)

 Aslında,

 hep çocuk kalmalı şiir.

 Avuçlarında ezik bir şeker,

 yanaklarında tozlu yaşlar

 ve yüzündeki mahzun gülümsemeyle,

 pencereden bakan

 öksüz bir çocuk olarak kalmalı.

 Korkmalı gök gürültüsünden,

 tabancadan,

 kara örümcek ile perili köşkten.

  

 Dili peltek çorabı düşük,

 tekir kedisi kaçmış olmalı evden.

 Eğilip denize dokunmalı,

 düşlerinde yol alan

 köpüklü yelkenliden.

  

 Ölecekse de şiir,

 yaşlanmadan ölmeli. (…)

                                 (Konuşmalar)

 

 

Sennur Sezer (1943-2015) İlk şiirini 1958’de lise öğrencisiyken yayımladı. İlk şiir kitabı Gecekondu 1964 yılında çıktı. Yeşilçam’a çok sayıda senaryo yazdı. Emek Partisi’nin kurucuları arasında yer alan Sezer, işçilerin, emekçilerin, kadınların her türlü hak arama, grev gibi eylemlerine destek verdi. 14 şiir; masaldan denemeye, incelemeden derlemeye 20 kadar kitap yazan şair, 2012 PEN Türkiye dâhil 8 ödülün sahibi.

Sennur Sezer

 

 Kimse öldüremez bu boşunalık duygusunu

 Soğan doğra kıyma koy ateşi kıs

 Ateşi kıs pirinçler diri kalsın

 Salçalı pilavlar votkalar kahkahalar

  

 Ödemez arkadaşsızlığımı

 Zor günler yaşadım

 Utanmam anmaktan

 Çirkindim yoksuldum arkadaşsızdım

 Kocaman sözler iri göğüsler hantallıktı simgem

 (…)

 Hadi saçlarını kes ninniler söyle:

 Kızımın da adı Ayşe

 Yiğit atılır ateşe

 Bu ışık böyle büyüsün

 İş düşmez bir gün güneşe

 Hadi çamaşırları yıka ölülere ağla

 Ninni söyle:

 Kızımın da adı Bengi

 Dünyaya saldığım türkü

 Sular aktıkça durulur

 Bozuk yapılar yıkılır

 Çürür sarı yaprak gibi

  

 Hadi kendini yen hadi kendini

                (Akşam Türküsü)

Gülseli İnal (1947 – ) İlk şiiri 1981, ilk şiir kitabı Sulara Gönüllü Çağrı 1985 yılında yayımlandı. Yurt içi ve yurt dışında birçok ödül kazanan Dolunay adlı eseri 1988’de Şahin Kaygun tarafından sinemaya uyarlandı. Şairin 15’i şiir, 16 kitapta imzası var.

Gülseli İnal

 Bir Şey Var Benden Öte

 

 Bir şey var benden öte incimsi düzlüğünde denizin

 biri dans ediyor

 tutkun ve savruk

 başını arkaya atışındaki soyluluk

 tanrı bakışı bu

 soysuz köhne

 kör lalelerle, gecenin diplerine yapışan

 bitiren

 yeni bulunmuş maden

 tıkanıyor kıyılar köpüklü dalgalarla

 ona uçmak istediğimi söyleyin

 kutsal varlıklara karşı

 ayaklanacağımı da

 sonsuz yüz değiştirimi ben

 bir öncesinde tarihin

 yeniden doğmak istediğimi

 ne kılıklara geleceğimi

 gündüz pencerelerine

 ne otlar dikeceğimi bu ölümcül bahçelere

 ne zehirli otlarla sevişeceğimi yeniden.

Zerrin Taşpınar (1947- ) İlk şiirlerini lise yıllarında yayımladı, bir süre ara verdikten sonra 1980’de tekrar yazmaya başladı. Emekçi Kadınlar Derneği onur üyesi olan şair, 2 Temmuz 1993’te Sivas Katliamı’ndan sağ olarak kurtuldu. 7 basılı kitabı var.

Zerrin Taşpınar

 Ölümün hasadıydı Sivas ve bol oldu ürün

 bir tırpan ucunda savruldu sesimiz

 sesimiz Yasemin, Gül, Hasret

 ince ve uzun kanatları kırlangıçların

 sesimiz sabah serinliğinin çiğ damlaları.

  

 Unutsun bütün şarkılarını bu şehir

 unutsun ipeksi dönüşlerini turnaların

 unut beni sevgilim

 yarısı kül bir kadınım artık (…)

                        (Sivas)

Gülsüm Cengiz (1949-) Osmangazi Üniversitesi, Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışan Cengiz’in ilk şiirleri Varlık dergisinde yayımlandı. Tiyatro oyunlarına, çocuk ve gençlik kitaplarına imza attı. Gülsüm Cengiz’in 6 şiir kitabı, 3’ü çocuk oyunu 6 tiyatro, 3 de anı, öykü, monografi çalışması yayımlandı.

Gülsüm Cengiz

 Renkler

 yeşili seviyorum,

 yeni filizlenen yaprağın renginde

 maviyi seviyorum,

 yağmurdan sonraki gökyüzünde

 kırmızıyı narçiçeğinde,

 ayçiçeğinde sarıyı seviyorum

  

 siyahı sevmiyorum.

  

 beyazı seviyorum,

 anne memesindeki sütün renginde

 seni seviyorum,

 güneşin yedi renginde

 senin adın yaşam

 yaşamı seviyorum seninle.

Oya Uysal (1952-) İlk şiiri 1968 yılında yayımlan şair, şiire verdiği uzunca bir aradan sonra tekrar döndü ve 1997’de Ceyhun Atuf Kansu, 1999’da Cemal Süreya, 2003’te de Necatigil Şiir Ödülü´ne layık görüldü. 7 şiir kitabının sahibidir.

Oya Uysal

Uçuruma Düşen Nehir

Sende bu yükseklik korkusu,

boşluğunun kıyısından geçmişe baktığın gün mü

                                       başladı

oturduğun yerden seyrettiğin kuşlar bile

                             ürpertiyor içini.

İçin ki uğultulu bir orman. Ruhunu çizen,

                  kanatan dallar ve rüzgâr...

Ah! Kalbin sürgün günlerinden kalma

                            hüzün diyorsun

yüzünde güzden gölgelerle karşılarken akşamı

kucağında yalnızlığına sürtünen kedin.

Tanımlamak gerekirse bir imgeyle seni

uçuruma düşen nehir... Oysa şehir

aşağıdan seni çağırıyor.

Lale Müldür (1956-) İlk şiirleri 1980’de yayımlanan şairin birçok ülkede şiirleri yayımlandı. Şiirini farklı kültürlerdeki kavramlar ve kaynaklar üzerine kurdu. 1998’de yazdığı Divanü lügat-it-Türk isimli kitabı Fransız bir Türkolog tarafından Fransızca’ya çevrildi. Lale Müldür, 15 şiir, 2 deneme ve 1 roman yayımladı.

Lale Müldür

 Dün gece sen uyurken

 İsmini fısıldadım

 Ve hayvanların korkunç

 Öykülerini anlattım

  

 Dün gece sen uyurken

 Çiçeklere su verdim

 Ve insanların korkunç

 Öykülerini anlattım onlara

  

 Dün gece sen uyurken

 Yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana

 İşte bu yüzden sırf bu yüzden

 Yeni bir isim verdim sana

 Destina (…)

                    (Destina)

Berrin Taş (1957-) Cengiz Gündoğdu ile birlikte İnsancıl dergisini çıkaran şair ilk kitabını 1992 yılında yayımladı. Şiirin işlevi, güzellik kavramı, şiir-insan ilişkisi konularında denemelerini “Şiir Nedir, Şair Kimdir?” adlı kitapta topladı. Şair Taş, 14 kitabın sahibi.

Berrin taş

 Bir Pazar Akşamı Şiiri

 Sevmiyorum insanlığını yitirmişleri

 hoyrat sevinçlerin kucağında ihaneti besleyenleri

 değersizlik incitir beni

 yaralanıyorum insansız bozkırlarda

 tutuşuyor içimde amansız bir kavga

 kavruluyorum hiçliğin kuytusunda

 anlat bana yaban çiçeği

 yağmurun söylediği nedir

 susuzluktan bitkin düşmüş yolcuya

Neşe Yaşın (1959- ) Lisans eğitimini ODTÜ Sosyoloji bölümü ve yüksek lisan eğitimini Kıbrıs Üniversitesi Türk ve Orta Doğu Bilimleri Bölümü’nde tamamladı. Barış etkinliklerinde aktif yer alan Yaşın, çeşitli radyolarda edebiyat programları yönetmenliği ve sunuculuğu yaptı, gazetelerde köşe yazdı. Yayımlanmış 8 kitabı bulunan Yaşın’ın 5 de ödülü var.

Neşe Yaşın

 Düş

 Üşümüş bir ruh

 peşinde ateşin

 kendi kulesinde

 hapsedilmiş kadın

 sorular ve bilmeceler içinde

 yüzüne bakar bütün yolcuların

  

 Kendindir kendinin görünmediği tek yer

 yanılgısında yalancı aynaların

  

 Başka bir şehre değil

 başka bir insana gitmek

 belki böylece yaşanacak bu düş

 ve böylece ölecek

Birhan Keskin (1963-) Yayımlanmış 9 şiir kitabı var. Sema Kaygusuz’un Karaduygun öyküsünün kahramanı da olan Keskin, 2006’da Altın Portakal, 2011’de Metin Altıok Şiir ödüllerini aldı.

Birhan Keskin

 Ey ölümden ve hayattan olma çocuk

 Suna'yı ve denizi bildin

 Şimdi bir başka soru bul kendine

 bir yakamoz neden durup durup bir dubayı kovalar

 gibi örneğin,

 (…)

 Ey ölümden ve hayattan olma çocuk

 hüt hüt kuşunu ve gözyaşını bildin

 peki, niçin bir new york bulur kendine

 tatar çağrışımlı ve balkonlu kızlar

 saçlarını taşırken çınaraltının serin sabahlarına

 ve bir şairin yüzüne niçin kurtlar iner her akşam

 durup dururken bir koridor ıssızlığına...

        (Kaybolanlar İçin Yanıp Durma Ayini)

Didem Madak (1970- 2011) İlk kitabı olan Grapon Kâğıtları İnkılap Kitabevi Şiir Ödülü’nü kazandı. Kanser nedeniyle 41 yaşında yaşamını yitiren şair Didem Madak’ın yayımlanmış 3 kitabı var.

Didem madak

 Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım

 Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi

 Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.

 Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum.

 Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor

 Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum.

 Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu.

 Yıllardır kendini bulutlarda saklayan

                    illegal bir yağmurum.

 Bir yağsam pahalıya malolacağım.

 Ben bir bodrum kat kızıyım bayım

 Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum

 Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum

 Fakat korkuyorum. Birazdan da

 Kırküç numara ayakkabılarınızla

 Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız

 Bu iyi olmaz bayım!

 (…)

 Büyük gemiler de yok artık bayım

 Büyük yelkenler de

 Büyük kağıtlar yakmak istiyor şimdi canım.

 İşte az önce bir karabatak daldı suya

 Bir süredir de kayıp

 Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya

 Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım.

 Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum.

 Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen

 Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?

 Bir gül, bir güle derdi ki görse

 Yalan söylüyorum

 Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.

   (Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım!)

Müesser Yeniay (1984-) II. Yunus Emre (2006), Homeros Attila İlhan (2007), Ali Rıza Ertan (2009), Enver Gökçe (2013) şiir ödülleri sahibi. İlk kitabı Dibine Düşüyor Karanlık 2009’da çıktı. Son şiir kitabı Yeniden Çizdim Göğü ise 2011’de yayımlandı. Öteki Bilinç: Gerçeküstücülük ve İkinci Yeni, inceleme/araştırma kitabıdır.

Müesser Yeniay

 

 Üvey Dünya

 Gecede kimse yok

 sesimle dokunduğum beyaz duvar…

                   karanlık bir yumak gibi

                     hep içime doluyor

  

 gecede kimse yok

 dirilmek isteyen bir ölü beden

 ışığım parçaladı karanlığı

              durmadan bana yönelen

 şeyler yığınına

                  dünya diyorlar

  

 sessizliğin arılarını besledim

 durmadan

        kulaklarım dünyayı içeri

 sokmayan duvar

          kalbimin camını sildim

               bedende leke tutan tek o

  

 kalpti neyi gösteriyorsa zaman o!

 ışığın durmadan kabuğumu

           soyduğu bu yerde

                      çıplaktım

  

 doğurmamış bir kadına

            çocuk olmak ister gibi

                        geldiğim bu dünya

                                    -üvey