MEHMET TANJU AKAD:YALAN SÖYLEMEK ZORUNDA MIYIZ?
Bugüne kadar doğru olduğuna inanmadığımız hiçbir şeyi yazmadık ama her düşündüğümüzü de söylemedik. Bunun çeşitli nedenleri var. İnsanları fazla kırmak istememişizdir, daha etkili olması için uygun anı beklemişizdir, söyleyeceğimizden emin olmamışızdır, bilgi eksikliğimiz vardır, bilmediğimiz konuya bulaşmak istememişizdir, öfkemizi sergilemekten veya beladan kaçınmışızdır, daha büyük bir iyilik için bir olumsuzluğu ortaya koymamışızdır vs. vs. Elbette, bazı şeyleri yanlış biliyor veya değerlendiriyor olabiliriz. Sonuçta çoğu bilgiyi ikinci veya üçüncü elden alıyoruz ve güvendiğimiz kişiler ve kaynaklar da bize yanlış bilgi veriyor. Milyonlarca kez başımıza geldi. Herkes mutlaka yanılır, bizim yanıldığımız hususlar da oldu, 1960 yılından beri inanç ve düşüncelerimizdeki, ayrıca yaptığımız veya yapmadıklarımızdaki kimi yanılgılarımızı gençlere ibret olsun diye ayrıca paylaşacağım ve bunların bazıları zararlı , da oldu, ama asla kasten yalan yazmadık. Hatta, iyilik amaçlı yalan yazılmasına da karşı çıktık ama bu çabamızda başarılı olamadık. Tabii, bu yalanları yazanların propagandası da yüz binlerin başına yıkıldı. Öte yandan herkes bazen yalan söyler ama nerede söylenmeyeceğini bilmek gerekir. Bunu açıklamaya çalışalım:
.....
Dünya böyle. Hayat yalansız dönmez. Aramızdaki en büyük yalancı “ben yalan söylemem” diyendir. Politikacı yalan vaatlerle seçilir. Büyük şirketler yalan söylemesi için bilim adamlarını paraya boğar: “Ürünümüz zararlı değildir, istediğiniz kadar içebilirsiniz, zararı ispatlanmamıştır,” veya “küresel ısınma palavradır, buz çağına giriyoruz”. Daha bir milyon örnek verebiliriz. Eş bulmak isteyen de boş vaatlerin yanı sıra, kendisini daha güzel veya daha güçlü gösterir. Savaş ise yüzde 90 aldatmacadır. Avcı avı, av avcıyı kandırarak hayatta kalır. Basının veya dernek ve sendikaların birer yalanlar platformu olduğunu bilmeyen yoktur. Biz de çocuklarımıza “yalan kötüdür” diye telkin yaparken, aslında onları yalana alıştırırız. “Sevimli kuzucuklara bak” derken sanki çocuklar pirzolanın onların katledilmesiyle sofraya geldiğini bilmiyor, sanki kasapta görmüyor bizi “kuzudan yap” derken. Sonra hamburger isterim diye tutturuyor. Sonuçta çocuklar ikiyüzlülüğü çok iyi anlıyor ve bir hayatta kalma stratejisi olarak benimsiyorlar. “Ben yapmadım”, “ben görmedim.” Halbuki bunun yerine yalanın ne olduğunu anlatsak, ne zaman söylenip ne zaman söylenmeyeceğini idrak ettirsek belki daha iyi olur. Bazı insanlara asla yalan söylemeyip onların güvenini yitirmemesi gerektiğini mutlaka öğrenmeli. Buna karşın insanlar hakkında her düşündüğünü açıkça söylemeye kalkarsa toplumdan dışlanacağını, bazı şeyleri kendisine saklaması gerektiğini, beğenmediği şeyleri yapan kişileri illa da herkesin gözü önünde utandırmaması gerektiğini hemen anlayacaktır. Jean Valjean rahibin gümüş şamdanını çalıp yakalanınca, rahibin “ona ben verdim” diyerek jandarmaya yalan söylemesinin, Valjean’ın iyi bir adam olmasına nasıl katkı yaptığını okuyabiliriz mesela. Ayrıca, kamu işlerinde yalan olmaması gerektiğini de söylemeliyiz ama ileride belediye meclisi üyesi olursa muhtemelen iki lafından birisi gene yalan olacaktır. Tabii, daha az yalan söyleyen ve bizim dürüst olarak nitelediğimiz kişiler de var. Her şeyi olabildiğince açık yapıyorlar, onları iyilikle anıyoruz. İşte, bazı ufak tefek beyaz yalanları herkes söyler, “elinize sağlık, çok güzel olmuş” gibi. Orta kademeli yalanlarda çok seçmece olmalı, bunları mücadeleye saklamalı, çünkü yalan her mücadelede kaçınılmazdır. Düşmana veya rakibine doğru bilgi veren natürel ve sızma salaktır. En büyük yalanları ise politikacılara, basına, akademisyenlere bırakmalı. Evet, akademisyenlerin çoğu da büyük yalancıdır, dolayısıyla bilim dünyası da. Parayı ver, sana istediğin yalanları yazdırayım. Zaten onun için vermiyorlar mı?