MEHMET TANJU AKAD:DÜNYAYI ALGILAMA ve YAŞAM BİÇİMLERİMİZ

Bunlar nesiller arasında çok çabuk değişiyor. Bu yazıda yeni dünyanın muti nesillerdeki cesaret ve metanet eksikliğinin bazı nedenleri üzerinde durmak istiyorum. Gerek eğitim, gerekse de günümüzün kültür iklimi insanları özellikle askeri ve kısmen de siyasi anlamda mücadeleden aciz, savaşkanlıktan uzak bir ruh haline sokuyor. Bu tarihi bir gerçekliktir. (İşgale uğramış köylü ulusların umutsuzlarını ve fanatiklerini hesaba katmadığımız sanılmasın.) Çoban halklar ve göçerler çiftçi halklardan daha savaşçıydı, kent insanları ise kırlarda yaşayanlardan daha dayanıksızdır ve daha kötü savaşır. Her dönemde örnekleri bellidir. Buna karşı ticaret ve imalatta ileri giden uluslar başka şeylerin yanı sıra hem savaş teknolojisini hem de savaşın sevk ve idaresini daha iyi örgütleyerek üste çıkar. Toplumların bütünü açısından öyledir ama toplumun farklı kesimleri arasında da bu özelliklerin yansıması müşahede edilmiştir. Kentliler zorluklar karşısında hep daha dayanıksız olmuştur. Kente göçenler bir-iki nesil içerisinde eski özelliklerini yitirir. Savaşçı ruhları azalır ve devletler bunu ileri teknolojik olanakları geliştirerek ve profesyonel özel birlikler oluşturarak telafi yoluna gider. Gerçi bazı uluslar daha yüksek bir savaşçı ruha sahiptir ama yeni hayat, özellikle son yarım asırda onların bu özelliğini de çok hızlı şekilde aşındırmıştır. Bu nedenle ordular savaşçı ruhu yükseltecek tedbirler geliştirmeye çalışır. Siyasi mücadelede ise radikal yöntemler geniş kitleler tarafından giderek daha az kabul edilmektedir. Artık kimseye uzun yürüyüş yaptıramazsınız. Bu direnci, azmi, kararlılığı bulamazsınız. Zaten yürüyecek yer de bulamazsınız, ayrı mesele.

.....

Yeni nesillerin farklı kavrayış ve tutumları sadece üretimleriyle ilgili değildir. Toplumların yönetilmesi, eğitimi nasıl örgütledikleri ve diğer faktörlere de bakmak gerekir. Örneğin fiziki çevremizin değişmesi, aile ilişkilerinin daralması, üzerimize yığılan imaj, ses ve bilgi kirliliği ve hatta  sofra adabının yok olması bunları etkiler. Tüm bunların sonucunda giderek yalnızlaşan, toplumla ilişkileri en aza inen insanlar ortaya çıkıyor. Son covid salgını bunu biraz daha da pekiştirdi. Sonuçta muazzam beton  ve asfalt cangıllarda hayatta kalmaya çalışan bireyleri ve ilişkileri azalmış, küçülmüş aileleri görüyoruz. Sabahın köründe arabalara, servislere, toplu taşıtlara doluşup işe gidiyor, akşam gene tıkış tıkış egzos yutarak dönüyor. Büyük kentler adeta birer karınca yuvası. Daha küçük yerleşimler ise çoktandır bunlara benzemeye başladı bile.

.....

İnsanların kavrayışını geliştiren, eğitimin niteliğinin yanı sıra, her gün karşılaştıkları sorunları çözmek için gösterdikleri çabadır. Hangi sorunlarla ve nasıl uğraşıyorlar. Çözüp çözememeleri veya nasıl çözdükleri ayrı konudur. Çoğu kişinin çabası, insanları öğüten çarklarının bir parçası olabilmek, kenara itilmemektir. Bu nedenle, farklı bir çabada olan yeni nesiller ile son çeyreğini yaşayan bizim neslimizin birbirini anlaması kolay değildir, varsa istisnaidir. Kaybolan şeyler kelimelerle anlatılabilir ama ruhunu yansıtamazsınız. Örneğin her öğün ailenin sofrada toplanıp sohbet etmesinin yarattığı ruhu, aile, mahalle, hatta işyeri ilişkilerini ve dayanışmalarını anlatamazsınız. Komşuluk ilişkilerinin azalması bir yana, aile sofrası bile neredeyse ortadan kalktı. Çalışan anneler sofra kuramıyor, kursa bile herkes akşam eve gelip aynı saatte sofrada buluşamıyor. Çocukların büyük bir kısmı kardeşsiz ve/veya tek ebeveynle yaşıyor. Öğleyin zaten eve gelen giden yok. Birerli ikişerli bir şeyler atıştırıp kendi içlerine çekiliyorlar. Yalnız insanların dünyasına hoşgeldiniz. Burada giderek hakimiyet kuran şey atalet ve depresyondur.

.....

Her gün arkadaşlarıyla kırlarda, bahçelerde gezinen, mevsim değişikliklerinin farkına varan, ıslanan, üşüyen, sıcaktan bunalan, yürüyen çocukların algıları da, becerileri de günümüz çocuklarından farklıydı. Topaç çevirmek, sapan yapmak, balık tutmak, çakıyı, bıçağı kullanmak, ip bağlamayı bilmek, ateş yakabilmek, tenekede birşeyler pişirebilmek, kırlarda gezmek, yemiş toplamak ve dövüşmek... bunlar şimdiki çocukların çoğunun bilemediği şeyler. (Ya da bazıları bilgisayar oyunlarında düğmeye basıp öldürüyor ama balkonda örümcek görse korkudan titriyor.) Bu nedenle maceracı bir ruha da sahip olamıyorlar. Maceradan, üşümekten, ıslanmaktan, odasından çıkmaktan korkan çocuklar büyüyünce de belirsizliğe atılmaktan çekinip itaatkar insanlar olarak kalmayı tercih ediyor. Aykırı olmayı, rahatlarını bozmayı gözleri yemiyor. Hatta, ebeveyn korumasından çıkmak istemiyor. Cesur değiller. Elbette istisnalar var ama biz ahalinin en geniş kesimlerinden söz ediyoruz, bunların bizim nesillerimizden niçin farklı olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Türkiye’de günümüzde çocuklu ve kentte yaşayan bir aile her ay onbeş yirmi tane fatura ve kredi parası ödüyor. Bir yere kıpırdayamaz, siyasi bir riske de atılamaz. Bu nedenle sisteme meydan okuyan gruplar ara sıra şöyle bir kıpırdansa bile arkası gelmiyor, bir süre sonra sönüp gidiyorlar. Yönlendirme meseleleri ve ne kadar kendiliğindenci olup olmadığından tamamen bağımsız olarak, Gezi olayları veya Fransa’daki Sarı Yelekliler bunların çok tipik örnekleridir. Cesaret uzun sürmüyor, metaneti hiç sorma.

.....

İşte, yeni insanları tanımadan ortaya atılan eski tip siyaset meraklıları şeb şebelek ortada kalıveriyor. Bu nesiller bireysel başarıyla yukarı çıkabilme umudu taşıyor. Toplu bir proje yürütecek iradeye sahip olmayanlara gaz vermeya çalışmak en azından cehaletten kaynaklanan bir saflıktır. Göle maya çalmaktan bile daha kör bir iyimserliktir. Karınca yuvalarında  hiç değilse bireyler yuva için kendini feda edebilir. İnsanların karınca yuvalarında bu da yok, çünkü karıncalarda olmayan bireycilik ağır basar. Krizler yoğunlaştıkça durumların nasıl değişeceğine bizden sonraki nesiller bakacak.