MEHMET TANJU AKAD YAZDI:ALTERNATİFSİZ KRİZ

Kapitalizmi eleştiren çok kişi var ve ayrıca kapitalizmin devresel krizlerinden de söz edilir. Ne var ki, devresel krizler artık o kadar önemli değildir, çünkü, kapitalizm dünyayı yiyip bitirmesi krizin kendisi haline dönüşmüştür. Yani kriz artık sadece sürekli değil, geri dönülmez hale gelmiştir. Devresel krizler bunun tali bir yanıdır. En iyi rejim bile gelse, dünyanın tamiri için yüzlerce yıl çaba ve fedakarlık gerekir ki insanların çoğu buna katlanmak istemez. Zaten muhtemelen geri dönüş noktası geçildi. Burada sistemin insanlık onurunu hiçe sayması vs. önemsiz değilse de, artık ikinci derecede kalmıştır. Tabii, kimileri için bu birinci sorun olabilir ama bireyseldir. Hayat o kadar ağır tahribata uğrarken kim takar genel bir insanlık onurunu, bu şimdi ancak bireysel bir mesele olabilir. Esas olan hayattır. Kısacası, hayat yok olurken, insanların refahını azaltan devresel veya yapısal krizlere kafayı takmak, uçuruma düşmekte olan arabada kaporta çiziliyor diye üzülmeye benzer. Ekonomistlerin bir kısmı bu tür dar bakışlı kerizlerdir. Madalyonun diğer yüzü ise çağımızda kapitalizme bir alternatif oluşturulamamasıdır.

.....

Çok uzun süredir kapitalizmin dünyayı “alternatifsiz bir kriz” içerisinde yiyip bitirdiğini anlatmaya çalışıyoruz. Bunu dert ediyoruz çünkü alternatifin var olduğu yanılgısı içerisinde olanların çokluğu karşısında çaresiz kalıyoruz. Kimileri sistemin teknoloji sayesinde sorunları çözeceği, diğerleri sistemin yıkılıp daha iyisinin kurulacağı, kimisi de reformlar yoluyla düzeleceği yanılgılarını taşıyor. Ama her şey sürekli kötüye gidiyor. Alternatifsiz dememizin nedeni, kapitalizmin krizleri atlatma gücünün olduğu ve toplumcu bir politik gücün ortaya çıkmaması halinde, gelecekte de bunun böyle süreceğidir. Bu sistem kendiliğinden çökecek diye umulursa ve şayet bu uzak istikbalde gerçekleşirse, ancak insanlığın ve tüm canlı hayatın üzerine yıkılır. Hayatı korurken, her şeyi sermaye çıkarlarına tabi tutmayan, toplumun genel çıkarlarını insan haysiyetini ön planda tutarak koruyan bir alternatifin ortaya çıkamaması temel sorunumuzdur. Bu elbette ki istemekle olacak bir şey değil. Önünde sayısız engel var. Zihinlerdeki ilk engel, kapitalizmin alternatifsiz olduğu fikrinin iyice yaygınlaşmış olmasıdır. İkinci bir engel de alternatif peşinde olan bir kesimin bunu yanlış yerde aramayı sürdürmesidir. 20. asrın kötü sosyalizm deneylerine kafayı takmakla alternatif oluşturulamayacağını yıllar yılı anlatmaya çalıştık, birçok yayın yaptık ama zihinleri yeni bir tartışmaya çekemedik. Kapitalizmin alternatifi geçmişteki farklı dünyanın acemi ve yalancı sosyalizmi olamaz. “Alternatifsiz Kriz” kitabımızın başlığını değiştirip “Alternatifsiz Keriz” yapsak herhalde daha çok okur bulurduk.

.....

Belki başka bir yerden konuya girmek daha iyi olabilir. En uygun yer “mali sermaye”nin egemenliği gibi görünüyor. Çünkü dünyanın yüzde 99’u artık sadece yüzde 1 (bir) için çalışır hale düştü. Bu gerçekten insanlık adına bir zuldür. İnsanlık bu aşağılanmaya boyun eğmiştir, çünkü çoğunluğuyla alternatifsizliğe inanmıştır. Yoksa bu egemenlik baskıyla filan kurulamazdı. Bağırıp çağırmak işe yaramaz. Tam tersine, yalancı çoban misali, sözde muhalefete gaz verip duranlar sistemin güçlenmesine hizmet ediyor, çünkü akılları sıra gaz verirken gazı alıyorlar. Sahte muhalefet yaratıp tepkilerin gazını alma yönetimlerin eski taktiğidir. Bazıları da son derece şuursuz bir şekilde buna hizmet ediyor. “Yaşasın insanlığa yol gösteren bilmemne devrimi” ne demek. Kaç tane adem oğlu veya kızı bunu ciddiye alır. Ayıptır. İstersen odanın duvarına as, sabahlara kadar seyret, ama topluma önerip de acıklı olma.

.....

Elbette, her ülkede belli bir refah seviyesine ulaşmış orta kesimler var. Türkiye’de de var. Üstelik az da değil. Esasen onların alım gücü sistemin devamı için olmazsa olmazdır. Ayrıca, geniş kesimlerin bu refaha ulaşma umudu var. Her ne kadar herkes bir noktada mali sermayeye hizmet ediyor olsa da, toplumda birçok yolla refah artışına ulaşılıyor. Artan üretim belli kitlelere taşmak zorunda. Ama sonunda inanılmaz bir birikim, dünya servetinin yarısını nüfusun yüzde birine vermiş halde. Basını, meslek kuruluşlarını, devletleri, üniversiteleri de denetliyorlar, kafaları tornadan geçiriyorlar. Şimdi dünya çapındaki üretim düşüşü gene bazı heyecanlar yaratıyordur. Gelir düşüşü elbet muhalefet potansiyelini artırır ama bu potansiyel bir yere varmayacak. Fransa’daki sarı yelekliler hareketinin bir yere varamaması gibi, ki bunu daha başından söylemiştik. Ancak, krizin çok uzaması yeni hareketlenmelere neden olabilir ama onların da sonu belirsizdir.

.....

Krizler, ulusal korunma reflekslerini de artırır ki, dünyanın her yerinde bunu görüyoruz. Herkes ulus devletini -haklı olarak- bir korunma kabuğu olarak görüyor. Ulusların çatışması artıyor. Bu da kaçınılmaz bir şey. Halbuki ulusal devletler yurttaşları için belli bir kalkan oluşturma özelliği ile mali sermayenin politikalarını uygulama eğilimi arasında kalıp, bu iki baskıyı bir şekilde uzlaştırmaya çalışıyor. Tabii, her devlet ayrı bir denge kuruyor olsa da, sonuçta çalışan kitlelerin gelirleri büyük ölçüde mali sermayenin yatırım ve parayı kullanma eğilimlerine bağlı kalıyor, yani düşme eğiliminde. Aslında kriz olmasa da, bu yoksullaştırma eğilimi çoğunluk için -gelir artışına rağmen- nispi, bazıları için de mutlak şekilde var. Hayatın kalitesini hangi kıstaslarla ölçtüğünüze bağlı olarak değişebilir.

.....

Biz ömrümüzün son dönemlerine geldik. Azalan zamanımızı da bir şekilde değerlendiririz. Artık kalanlar düşünsün. Bahçeme gidiyorum, dünyanın tüm derdi bana mı düştü küne. Akşama börek mi yapsak acaba?