Mehmet Tanju akad: TÜRKİYE’DE DERİN DEVLET
Türkiye’nin en büyük sorunu bir derin devlete sahip olamamasıdır. Başımıza gelen şeylerin çoğu bundan kaynaklanır. Bazılarının derin devlet sandıkları garip ilişki salkımları da derin devletin yokluğunu veya bunu oluşturma girişimlerinin cılızlığını ispat eder. Derin devlet olsaydı, böyle çirkin garipliklere asla izin verilmezdi. Öte yandan, bir derin devlet yerine geçebilecek oluşumlar çoğu zaman öne çıkmıştır ama kurumsal olarak yerleşik ve sürekli hale gelmemiştir. Esasen, milli niteliğinden taviz vermiş bir derin devlet, tanım itibariyle derin devletin hem zıddı, hem de düşmanıdır. Bunun tarihi olarak en büyük nedeni ülkeyi yönetenlerin işbirlikçi niteliği ve bunun toplumdaki uzantılarıdır. Buna süreç içerisinde bakacağız. Elbette, bu konularda yüzlerce cilt yayın vardır ve bunları okumayanlar lafa karışmamalıdır.
.....
Kuşkusuz ki, her büyük devletin temel sorunları üzerinde çalışan açık ve/veya açık olmayan, kurumsallaşmış veya kurumsallaşmamış, hukuki veya fiili, sürekli veya kesintili, bazen duruma göre şekillenen oluşumları bulunur. Bunlar hükümdarın yakın çevresinde topladığı bir grup olabilir (örneğin Büyük Petro’nun maiyeti). Bazen bunlar hükümdara karşı komplo da yapabilir (örneğin Napoleon’un gizli polis şefi Fouche ve Dışişleri Bakanı Talleyrand). Tarihte sayısız örnek bulunur. Richelieu de çok ilginç bir kişiliktir bu bağlamda. Derin devlet için en mükemmel örneklerden birisi Çarlıktan Bolşeviklere geçen, oradan da günümüze kesintisiz devam eden Rusya’da görülür. Rusya’yı büyük krizlere sokmuş ancak her seferinde yeniden yapılandırarak ayakta tutmuştur. Türk dünyasına büyük zarar vermiştir ama taktir etmekten geri kalamayız.
.....
Osmanlı devletinin birçok sorunundan birisi, imparatorluk haline dönüşürken (Fatih dönemi) dahi büyük bir mali ve siyasi istikrarsızlık içerisinde kıvranması, bundan hiç çıkamaması ve dolayısıyla kurumlarının sürekliliğine rağmen bunların işlevinin tamamen yönetim dengelerine bağlı olmasıdır. Devletin hayatı böyle geçti, böyle hitama erdi. Son yıllarda Abdülhamit üzerine bir efsane inşa etmeye çalışıyorlar. Buna inanan saftirikler çıkabilir ama koşulların esaretinde kıvranan bu evhamlı adamı asla büyük bir itibara sahip kılamazlar. Adeta bir “one-man derin devlet” imajı oluşturmak için boş yere çaba harcıyorlar. Evet ortada bir “one-man show” vardı ama bu, bin bir korku içerisinde, güç değil zaaf yaratan bir şeydi. Tehditler arasında pazarlıkla devleti ayakta tutmaya çalışırken bunu yapması gereken kurumlardan dehşetli korkan bir garip adam.
.....
Türkiye’de kısmi bir nevi derin devlet girişimi Başkomutan Vekili Enver’in kurduğu Teşkilat-ı Mahsusa’dır ama buna daha çok, geç kalmış bir Entelejans Servisi diyebiliriz. Derin devlet bundan çok daha geniş bir şeydir. İttihatçıların minik iç çevresi de bunun bir parçası olarak düşünülebilir. Düşünün, imparatorluğun yıkılmasından sadece beş yıl önce hayata geçirilmişti ve gerçekten büyük çalışmaların yanı sıra aynı ölçüde acemiliklere sahne oldu. İstihbarat her şeyden önce büyük bir gelenek ister. İstediğin kadar kaynak aktar, pat diye oluşturamazsın. Mustafa Kemal bu teşkilatın bakiyelerinden yararlandı ama çok dikkatli olmak zorundaydı çünkü İttihatçılar devamlı komplo peşindeydi. Haydi, yeni bir istihbarat teşkilatı ve yeni bir gelenek başlatmak için çabala dur. Bununla birlikte Mustafa Kemal ve maiyetinin Kuvayı Milliye çerçevesinde, yerel direniş odaklarıyla birlikte önce Müdafaayı Hukuk, sonra CHF ve bazı kurumlar içerisinde bir nevi derin devlet oluşturduğu pekala tartışılabilir. Bu oluşum kısa etkinlik döneminde ülkeyi yeniden yapılandırdı ama bir noktadan sonra giderek artan muhafazakar direnişi aşamadı, istedikleri reformları yapamadılar. Her şeyden önce bunları tamamına erdirecek kadroları yoktu. Cumhuriyet’in karşı-devrimi 1930’da ağırlığını koydu ve bir süre dengede gittikten sonra giderek hakimiyetini pekiştirdi.
.....
1950’den sonra artık bir Türk derin devletinden söz etmek olanaksızdır. Bağımsız bir şekilde karar alma ve uygulama yoktu. NATO ve ABD ile yapılan ikili antlaşmalar bu olanağı ortadan kaldırmıştı. Buna direnen unsurlar şu veya bu şekilde öldürüldü veya dışlandı. Buna rağmen Mustafa Kemal’in yarattığı gelenek her zaman emperyalistler ve işbirlikçileri için büyük bir sorun oldu. Bu hesaplaşmalar 27 Mayıs ve bunu izleyen darbe girişimleri sırasında yapıldı, 1971’de 12 Mart’a takaddüm eden günlerde yapıldı, nihayet Ergenekon davalarında ve dahi 15 Temmuz sonrasında yapıldı ve halen de bitmiş değil. Aslında bu tasfiye 60 küsur yıllık kesintisiz bir süreçtir. 27 Mayıs bir şekilde nispeten demokratik bir anayasa getirdi ve sonraki tüm darbelerde bunu silme gayreti çok net şekilde ortadaydı. Bu çerçevede, (delik deşik) bir derin devletten söz edilemez. Zaten milli olmayan bir derin devletten söz edilemez.
.....
Türkiye’nin en büyük sorunu derin devlete sahip olamamasıdır. Derin devlet olsaydı solculara karşı sağcıları silahlandırarak iç savaş pahasına ülkede istikrarı bozma diye bir şey söz konusu olamazdı. Derin devlet olsaydı Fetö örgütlenmesi olmazdı. Derin devlet olsaydı Asala’ya karşı başıbozuk sağcı gruplar kullanılmak zorunda kalmazlardı. Derin devlet olsaydı PKK belası daha başından halledilirdi. Derin devlet olsaydı İran’dan ve Suudilerden gelen etkilerin başıboş at koşturmasına izin verilmezdi. Derin devlet olsaydı ajanların yönetimindeki STK’lar adeta baş tacı edilmez, akademi ve basın dünyaları işbirlikçilere terk edilmezdi. Derin devlet olsaydı Almanya’nın desteğindeki ülke düşmanı örgütlenmelere izin verilmezdi. Derin devlet olsaydı silah sanayiinin on yıllarca sabote edilmesine izin verilmezdi. Derin devlet olsaydı ordu, polis ve adliye içerisinde komploları kuranlar varlık bulmazdı. Günümüzde tekrar bir derin devlet oluşturma çabası görüyoruz. Bunun nitelikleri apayrı bir inceleme ve tartışma konusudur.