Mehmet Tanju akad: ÖZGÜRLÜK YAZILARI 2

Özgürlük Yazıları - 2

DOĞU ve BATI FELSEFELERİNDE ÖZGÜRLÜK

Özgürlük konusu, düşünce alanında büyük bir ağırlıkla batının sahiplendiği bir şey olmakla birlikte, sadece onlara ait değildir. Esasen sürekli olarak batılı tezler etrafında dönmenin rahatsızlığı içerisindeyiz. Nedeni basit. Doğuda özgürlük üzerine yazılmış tezler batıyla karşılaştırılamayacak kadar azdır. İslam düşüncesi esas itibariyle mantıkçılık ve dini akidelerin savunulması temelinde var olmuştur. Hatta, felsefenin, İslam düşüncesinde Yunan tesiri altında gelişmiş olan felsefe akımı için kullanılan bir terim olduğu öne sürülür. Özellikle Gazali’nin felsefeye hücumu akıl ile iman arasında uzlaşmaz bir ayrılık yaratmış ve karşıtlarının güçlü çıkışlarına rağmen İslam düşüncesinin yönünü belirlerken aynı zamanda öldürücü darbeyi indirmiştir. İslam düşüncesinde özgürlük konusunun olup olmadığı konusunda ikinci kaynaklarda oldukça yüzeysel bir tarama yaparken Türk düşünürü Farabi’de şu görüşlere rastladık (özetle): Akıl her şeyin üstündedir. İnsan, istekleri ve idraki sayesinde bir iradeye sahiptir ve “o iradenin akli teemmüller üzerine kurulmuş olduğunu bilen insan, hür iradeye sahiptir. Saf fikir hürriyet dairesi içerisinde bulunur. Böylece düşünce ve tefekkür neticesinde husule gelen hürriyet aynı zamanda zaruridir ve nihayet ancak Allah'ın akli mahiyeti ile muayyeniyet kazanır.”

….

Farabi bir başka yerde de şunları ifade ediyor: “Bir insanda salim düşünüş neticesi olarak, düşündüğü şeyi meydana getirmek için irade kuvveti varsa, o insan, hakkı ile hür insandır. Açık, salim ve iyi düşünüş ile iradeden mahrum olan, behimi (kaba) insandır. Bir de salim düşünüş olup da iradesi yoksa, o insan köledir. İlim ve felsefe ile uğraşanlardan bazılarının kölelikte diğer insanlardan aşağı kalmadıkları görülüyor. Bunların ilimlerinden fayda olmadığı gibi, kendileri de diğer alimler için bir ar ve hicap sebebi teşkil ederler.”

.....

Farabi'nin bu sözlerinin bütün üniversitelerimizin duvarlarına asılmasını talep ediyorum. Yüzleri varsa yazsınlar.

.....

Laf Farabi’ye gelmişken şu sözlerini de aktaralım:

“maddenin ruha karşı koymasını düşünürsek, insan hürriyetinin mahsus eşya üzerindeki hakimiyetinin tam ve kamil olmadığını kabul etmek lazımdır. Yalnız ruhlar aleminde akıl maddenin zincirlerinden ve hatalar örtüsünden halas olduktan (kurtulduktan) sonra bu hakimiyet tam olabilir.” Bundan birçok anlam çıkabiliyor. İsteyen istediği şekilde düşünsün. Burada sadece aktarıcıyız.

.....

Kaleme elimizi atmadan önce yaptığımız okumalarda özgürlüğün birçok çeşidine değinildiğini gördük. David Gress “From Plato to Nato” adlı kitabında (kısmen de Roma’nın ilk dönemlerinde şekillenmiş olan) aristokratik özgürlükten sözediyor. Frank şövalyeleri (noblesse d’epee) kılıç hakkına dayanarak fethettikleri yerlere sahip çıkıyor ve bu kılıç hakkı doktrinini sıradan insanlara ve ikinci sınıf asilzadelere (noblesse de robe) karşı kullanıyorlar, çünkü bu ikinci sınıf asilzadelerin kılıç asilzadelerinin ayrıcalıklarına ortak olmalarını istemiyorlar. Keza kılıç asilzadelerini güçsüz kılarak onları sadece üst sınıf devlet hizmetkarı haline getirmeye çalışan mutlak monarşiye karşı da “özgürlüklerini” savunuyorlar. Rohan düklerinin şu sözleri bayağı okkalıdır: “Roy ne puis, prince ne daigne, Rohan suis.” (kral olamam, sıradan bir asilzade olmaya tenezzül etmem, ben Rohan’ım). Demek ki bazen özgürlük ayrıcalıkların korunması anlamında da kullanılıyor: “Hey, adi herifler, halkımın kaderini belirleme özgürlüğüme dokunmayın !”

.....

Söz Germen Avrupa’sından açılmışken bu konuyla ilgili teorilere bir göz atalım. Montesquieu’ya göre Fransızlar Germen köklerden gelen özgürlükleri zaman içerisinde terk ederken bunu en iyi koruyan İngilizler olmuştu. İngiliz özgürlüklerinin kökleri, “Alman ormanlarından” özgürlük ateşini getirmiş olan, Galya ve Roma Britanya’sının Germen istilacılarına dayanır(mış-bakınız hele). Böylece, Montesquieu’nun görüşüne göre, prehistorik Alman uluslarının kabile toplulukları ve Alman ormanları dünyayı saracak olan özgürlüklerin doğum yeriydi. Özgürlüğün Alman ormanlarında doğmasının nedeni de kuzey iklimi ve zor çevre koşullarının insanları daha iyi yapmasıymış. Bu -Heredot’a göre- Yunanlıların fakir , akıllı ve sıkı olmakla birlikte adaletli kanunlara tabi oldukları için özgürlüğü sevdiklerini ileri süren Demartus’un görüşüne benzemekteydi. Bakın da bakın yani …. Bu “Alman ormanları” teması İkinci Dünya Savaşı sırasında Anglo-Saksonlar tarafından Almanların putperestlikle karışık vahşetinin nedeni olarak sunulmuştu. Buna göre Alman ormanları medeniyete karşı, vahşet tohumlarını 20. yüzyılın ortalarına kadar saklamış, Naziler de bunları alıp geliştirmişti. Teorilere bakın hizaya gelin. Avrupa zaten şimdi çok küçülmüş olan ve ortalarından otoyollar geçen Alman ormanlarını artık Hansel ve Gratel’e terk etmiş olup, bir süredir Germen geleneği ve Hıristiyanlık ile Yunan ve Roma’nın topyekun sentezi şeklinde bir fikirle oynamaktadır. Yarın öbür gün bir başka şey çıkar. Fikirler sonuçta genellikle sosyal ve politik gereksinimlerin ürünüdür. Daha doğrusu her zaman birçok fikir vardır da, zamanın gereksinimlerine denk düşmeyenler geri planda kalıp unutulur. Her neyse Roma çöküşe geçti, Hıristiyanlık geldi ve Germenler de Avrupa’yı fethedip Hıristiyan oldular. Yani Avrupa gerçekten de budur. Ancak eklenmesi gerekenler de eklenmelidir. Gress bu sentezin (yani aristokrat savaşçıların halklarının kaderini belirleme özgürlüğü ile Hıristiyanlığın evrensel özgürlük iddiasının evlenmesinin) milita Dei, yani Tanrı için savaş hizmetini doğurduğunu söylüyor ve bir başka yerde de Hıristiyanlığın dini ve sosyal olduğu kadar aynı zamanda jeopolitik bir kavram olduğunu söylüyor. İslami cihattan söz edenler de bakıversinler.

.....

Konulara bir ucundan daldık da, neresinden çıkarız acaba.