MEHMET TANJU AKAD: MÜLTECİLER MESELESİ BÜYÜRKEN

Türkiye’de ve dünyada

MÜLTECİLER MESELESİ BÜYÜRKEN

Günümüz dünyasında yarıdan fazlası iklim mültecisi, bir kısmı da savaş veya etnik baskı nedeniyle yerinden yurdundan olmuş her yaştan 60 milyon kişi var. Her on yılda ikiye katlanacak, asrın ortasında yarım milyarı geçecek. Bu sorun, mültecileri insani mülahazalarla avuç içi kadar Avrupa’ya alarak çözülemez. Hadi on milyon aldılar, hadi yirmi milyon daha, geride 500 milyon olacak. Akdeniz kıyılarında günlük bazda yaşanan dramlar daha nereye kadar. İsteseler de bir noktadan sonra alamazlar. Zaten son yıllarda gelenler bile ırkçılığı azdırıp duruyor. Afrika ve Batı Asya Avrupa’ya kapağı atmaya çalışırken, Doğu Asya ve Latin dünyası da Kuzey Amerika’yı zorluyor.

.....

Bu sorun ancak iklim krizinden felakete uğrayan ülkelere büyük çevre, tarım ve üretim yatırımları yaparak çözülür. Başka çare yok. Ama çözülmeyecek, çünkü bunları yapmayacaklar. Hatta kendi ülkesinde bile yapanlar çok az. Şimdi sokağa çıkıp sorsak, büyük çoğunluk “bana ne mültecilerden, devlet bize harcasın” diyecektir. Nitekim, dünyanın her yerinde tam gaz yıkıma devam ediyorlar. Bizde de Kanadalı maden şirketlerinin doğamızı parçalaması karşısında eğilip bükülüyorlar. On yıl küçük bir pay alacağız diye, on bin yıl tarım yapacağımız toprakları zehirliyorlar. Kendi topraklarımızda mülteci yarattığımızı da unutmayalım. Kendi sorunu çözemeyenin, dünyaya ne faydası olur, zaten batı dünyasının düşmanlıklarıyla da boğuşmak zorundayız diyebiliriz. Ne var ki işte tüm bu sorunlar ve düşmanlıkların aynı sorunun parçaları olduğunu anladıkça, bazı şeyler yapılabilir. Çok amaçlı adımlar mümkündür ama dar bakışlı insanlarımız bunları akıl edinceye kadar zaman geçecek.

.....

İklim krizinin nedeni insanoğlunun aşırı hırsları olmakla birlikte, batı ülkelerinin sorumluluğu daha fazladır. Monokültürle fakirleştirdikleri topraklar, kereste ve hamburger için kesilen ormanlar, yok edilen ekosistemler, batının yaktığı fosillerden çıkan karbon nedeniyle oluşan ısı artışına dayanamaz. Nitekim, aç kalan ülkesinden kaçmaya çalışıyor. Afrika artık insanlarını besleyemiyor. Yakında bir milyar insanın yaşadığı kıyılar da barınılamaz hale gelecek. Şayet insanlık bu milenyumu çıkarırsa, bunlara “büyük kaos dönemi” adı verilecek, üç binlerde yaşayanlar tarihi böyle öğrenecek.

.....

Pekala bizim durumumuz nedir? Öncelikle su kaynaklarının iyi kullanılması, kuraklığa dayanıklı bitki türleri, orman inşası, kıyı ovalarının korunması (bu Ege’de daha bir mümkün), yüksek rakımlar için uygun türlerin geliştirilmesi, yeni konut tipleri geliştirilmesi vs. gibi tedbirlerle kendimizi korurken, diğer yandan da Irak ve Suriye’de etki alanlarımızın sürekli geliştirilerek korunması ve mültecilerin bu alanlarda tutulması gerekir. İleride farklı bir yaşam ve yerleşim biçimine geçeceğiz mecburen. Ama ülkemiz gibi diğer ülkeler de henüz bunu gündeme getirmez, acil sorunlar hep önde kalır, bıçak kemiğe dayanıncaya kadar. Bu arada, ülkemizdeki Suriyeli mültecilerin büyük bölümünün daha geniş alanlarda oluşturulacak korumalı bölgelere geri götürülüp üretken hale getirilmesi için yapılanları artırarak sürdürmeliyiz. Cerablus’da bu konuda çok olumlu bir örmek yarattık. Etki alanlarımızı sınırlarımızdan daha ötelere götürmek ve hem mültecileri orada tutmak, hem de savaşları sınırlarımızdan mümkün olduğunca uzakta yapmak zorundayız. Şu anda istediğimiz ölçüde yapamıyoruz ama durum değişebilir. Bu bizim için bir ölüm kalım sorunu olup, batı dünyasıyla hiç bitmeyecek çatışmalarımızın ana konularından birisidir. Afrika’daki çabalarımız ise bu kıta insanlarının üretken hale getirilmesiyle birleştirilerek artırılmalıdır. Güneş enerjisi bu konuda büyük bir olanak sağlar. Buradan büyük miktarda elektrik elde edebilirsek, deniz suyu arıtılarak kıyı bölgelerinde geniş tarım olanağı yaratılabilir ve insanlar ülkelerinde tutulur. Zaten, büyük kısmı, aç kalmadığı taktirde ülkesini terk etmek istemez.

.....

Şimdi, herkesin bencil tüketim peşinde olduğu dünyada, dışarıda yapılan askeri ve insani harcamaların hayati önemi anlaşılmamakta, anlaşılmak da istenmemektedir. “Bizde bu kadar fakir varken...” diye başlayan yarı körlere mahsus ilkel bir edebiyat her zaman alıcı bulur. Sonuçta, Avrupalılar gibi zalim bir sömürü peşinde koşmasak da, bizim insanlarımız ortalama bencillikte çok farklı değildir. Daha kendi sorunlarımızı çözmekten o kadar uzak iken, dünyayı kurtarmaya girişecek halimiz yok. Ancak, bunları konuşup gündeme getirmeye başlamamız gerekir. Hazırlıklı zihinler, sorunları çözmeye daha yatkın olur.