Mehmet Tanju akad: KUŞATMA TAMAMLANIRKEN

En önemli sorunumuz budur...

KUŞATMA TAMAMLANIRKEN

1992 yılında ilk baskısı ilgili okurlara ulaşan bir kitabımızda, Türkiye’nin iki veya üç cephe artı iç emniyet cephesini içeren bir mücadeleye hazır olması gerektiğini yazmıştık (20. yy Savaşları, s. 618). Bunun Kurtuluş Savaşımıza benzer bir tablo olduğuna dikkat çekerek iç emniyet cephesinin (o günlerde) kapsamlı bir savaşa girmiş olduğunu eklemiş, bunun en kısa sürede sonuçlandırılması veya yoğunluğunun çok düşük düzeye indirilerek diğer cephelerdeki caydırıcılığın artması gerektiğini ifade etmiştik. O dönemde ordu vurucu gücünün önemli bir bölümü bu bela ile uğraşıyordu. Daha sonra da iki buçuk cephe terimini kullanan bazı analizciler oldu. İç emniyet cephesi derken, batının ajanlarına karşı ikinci bir iç cephenin söz konusu olacağını düşünememiş, silahlı kuvvetler ve diğer devlet kurumlarında o kadar çok alçak ve hain çıkabileceğine ihtimal vermemiştik. Emperyalizm bu arada ülkemizi içten çökertme ve teslim alma yolunda büyük işler yaptı ve hala yapıyor ama çok şükür aşılandık. Gerçekten zor günlerden geçiyoruz ve bunlar daha iyi günlerimiz.

.....

Batı dünyasının hakimleri Türkiye’nin gücünü kırmak ve dağıtmak üzere adım adım kuşatmayı kuruyorlar. Bunlar çok uzun vadeli plan yapar. Irak’ı işgal edip Suriye’yi parçalayarak güney sınırlarımızdaki cephelerini kurdular. Akdeniz ve Ege’de ikinci bir cepheyi de adım adım geliştiriyorlar. Karadeniz’in batısı ise gene muhtemel bir tehdit yönü haline gelmiş buluyor. Yunanistan’ın muazzam silahlanma hamlesi hamilerinin eseridir, bu ülkenin bu silahlanmayı kendi olanaklarıyla yürütecek gücü yoktur. NATO’nun düşmanlığı ise uzun zamandır belirgin hale gelmiştir. Birçok tatbikatın senaryolarında Türkiye açıkça veya zımnen düşman güç olarak yazılıyor. Türkiye üye ülke olmasına rağmen aslında çoktan dışlanmış durumdadır ve herkes herkesin her şeyi bildiğini bilmektedir. Türkiye açık ve örtülü dış müdahalelerle ve ihanetlerle birçok alanda çelmelenmiş olmakla birlikte, gene de bu mücadeleye hazırlanmaktadır. Bu çok kapsamlı bir konudur, coğrafi özellikler, stratejik derinliğin kullanılması, güç hazırlıkları, teknolojik kapasite ve yetişmiş işgücü gibi unsurları kapsar. Hareketli savaş, düşmanın sınırlarımızın ötesinde karşılanması, güç unsurlarının uzaktan vurulabilmesi ve profesyonelleşme gibi hususların yanında, kuvvet unsurlarımızın geliştirilmesiyle ilgili diğer görüşlerimizi söz konusu yazıda belirtmiştik. Aradan geçen yirmi sekiz yılda, bunların bir kısmının gerçekleştiğini, bir kısmının geciktiğini görüyoruz ki, ihanetin bedeli göz önüne alındığında bu çok şaşırtıcı değildir.

.....

Deniz kuvvetleri tüm komplolara rağmen, otuz yıl önce öngördüğümüz yönde gelişmesini sürdürmüştür. “Vurucu gücü ve elektronik savaş yeteneği yüksek küçük gemilere ağırlık verilmesi, deniz havacılığının geliştirilmesi, ufukötesi atış olanakları ve mayın gemilerinin tedariki, denizaltıların füze yeteneğine kavuşması, amfibik birliklerin daha modern ve güçlü olanaklara sahip kılınması” (a.g.e., s. 624) gerçekleştirilmiş ve başka olanaklar da bunlara eklenmiştir. Bu alanda çabalar sürmektedir. Hava kuvvetlerimiz ise projelerini yetiştirme yarışı içerisindedir. (Bu arada F-35’in gelmeyeceğini çok önceden biliyorduk ve bunun S-400’ler ile en ufak bir alakası yoktur, tamamen düşman güçlere hava üstünlüğü sağlanmasıyla ilgilidir). Kara kuvvetleri, özel kuvvetler, kara havacılığı, hava savunma, elektronik savaş vs. alanlarındaki gelişmeler ise küçümsenemez. Bunlar 700 adet savunma projesiyle desteklenmektedir ve bunun caydırıcılığı önemli boyuttadır. Tüm bu güç unsurlarıyla kuşatmanın ne ölçüde etkisiz kılınabileceği ise salt askeri güçle ilgili değildir ama askeri güç esas unsurdur.

.....

Bir başka yazımızda, son otuz yılda dünyadaki askeri değişimlerin bazı yönlerini ve bunun bizim için önemli olabilecek noktalarını ele alacağız.

.....

Bu yazımızı, yukarıda değindiğimiz çalışmamızın son sözlerini aktararak bitirelim: “Güvenlik son derece karmaşık, geniş ve çokyönlü bir husustur. Savaş için yeterli hazırlık ve caydırıcılık gücüne sahip olmakla birlikte, Türkiye bölgede uzun vadeli istikrar ve barışın elde edilmesini sağlarsa, her bakımdan en uygun çözümleri üretmiş olur. Diplomasiyle elde edilecek her başarı, savaşla elde edilenden çok daha değerlidir” (a.g.e., s. 629). Türkiye’nin bazı hataları olmakla birlikte, bunun zaten imkansız olduğu aradan geçen zaman içerisinde çok iyi anlaşılmış olmalıdır. Anlamayanın zihni bulanıktır. ... Aynı yerden devamla: “Türkiye’nin geçmişte olduğu gibi uluslararası arenada giderek daha büyük rol oynaması kaçınılmazdır. Gelişme son tahlilde ülkenin ekonomik ve teknolojik kapasitesi ve insan gücünü iyi yetiştirmesiyle orantılı olacaktır. Bu da hukuk devletine, laikliğe, özgür düşünceye ve ileriye yönelik kurumsallaşmanın gücüne bağlıdır. Söz konusu ilerlemeler için Cumhuriyetin bugüne kadar yaptıklarının çok daha fazlası gerekmektedir.” ... İşte bunları not etmişiz. Aynı çatışma rotasında gidiyoruz ve bunun engellenmesi normal koşullarda imkansızdır. Çeşitli adi hesaplarla veya aptallıkla emperyalizmin ekmeğine yağ süren herkes alçak ve haindir.