Mehmet Tanju akad: KADININ KAPATILMASI ve TESETTÜR ATİNA’NIN MİRASIDIR
Bugün farklı ama bilinmesi gereken bir konuya değinelim. Avrupa medeniyetinin temeli olarak görülen ve birçok açıdan felsefenin büyük atılım yaptığı, kullandığımız birçok terimin kaynağı olan Eski Yunan’ın, aynı zamanda, kadınların en çok aşağılandığı yer olduğunu çok kişi bilmez. Tabii, eski Yunan kentleri arasında kadınlara karşı tutum konusunda birçok farklılık mevcuttu ama durumun en kötü olduğu yer açık farkla Atina’da idi. Atinalı kadınlar tüm hayatlarını evin ayrı özel bir bölümünde (gynakion) geçirir ve geceleri kilit altına alınırdı. Evden tek başlarına ve peçe takmadan çıkamazlardı. Ayrıca mülk sahibi olamazlar, mirastan pay alamazlar ve tüm ömürlerini kocalarının veya en yakın akrabalarının vesayeti altında tamamlarlardı. Onların emrettikleri kişiyle evlenmeye mecbur idiler. Elbette, fakir kadınlar tarımda ve hizmet işlerinde çalışabilirdi ama orta sınıf ve üzeri için söz konusu değildi. Köle kadınlar ise evin hanımı tarafından erkeklerden uzak tutulmaya çalışılırdı. İspartalı kadınlar da Atinalılardan çok daha özgürdü. İyonya kentlerinde durumun ne olduğu konusunda fikrim yok, eski bilgilerimi teyit için okuduğum kaynaklarda rastlamadım. Kadınlar en yakın benzeri harem olan “gynakion”a kapatılmış olarak erkek çocuk doğurma yükümlüğünü yerine getirmeyi umarak ev işlerini yapardı. Sadece erkek çocukların doğumları kutlanır, kız çocuk doğurmak utanılacak bir şey olarak görülürdü. Kadınlar, tesettürlü olarak dahi evlerde erkek misafirlerle aynı odada bulunamazdı. (Filmlerden ne kadar farklı değil mi?) Onlardan beklenen tek şey itaatkar olmalarıydı. Oldukça tanıdık gelmiş olmalı. Adeta 19. yy.da az çok varlıklı bir İstanbul evini veya günümüzün Suudi yaşamını anlattık.
.....
Atinalıların bu eski yaşam tarzından kalanlar, zamanla Bizans üzerinden Osmanlıların (sınırlı sayıda ve sınırlı oranda da olsa) nispeten varlıklı kesimine geçti. Onlar terk ederken, Türk ailelerin bazıları buna benzer bir tarzda yaşamaya başladı. Elbette bizde kadınlar hiçbir zaman eski Atina’da olduğu gibi aşağılanmadı ama haremlik-selamlık çok bariz şekilde gynakionlu evin benzeridir. Bunun intikali için farklı yollar oldu. Bilindiği gibi, Araplar da birçok kurumlarını bir zamanlar Akdeniz’in kıyılarını elinde tutan Bizans’tan almıştı. Üstelik Rumlarla neredeyse 1.500 yıl iç içe yaşadık. Türklerin Balkanlara ve Anadolu’ya gelmeleri esasen 8. yy’da başlar, temasları ise daha öncedir. Sayısız Türk aile Bizans hizmetinde Ortodoks kültüre geçti, sonra bir kısmı tekrar bizim (sürekli değişen) kültürümüze döndü ama dönerken belli yaşam tarzını da getirdiler. Böylece yeni yerleşik ev yaşamı, aynı zamanda kadının kapatılmasına ve önemsizleştirilmesine zemin hazırladı. (Bu arada çok ilginçtir, Moskova’da Kremlin (kale) içerisinde de eski çarlar döneminde kadınların tutulduğu harem benzeri daireye “terem” denilirdi.) Hıristiyanlık bu tutumdan sıyrılırken söz konusu anlayış gidip İslam toplumuna yapıştı. 19. yy’da siyah çarşafın İstanbul’a Rumeli’den gelmesi de anlamlı bir şeydir, burada kapanma bu şekilde yapılmazdı. Kısacası, yerleşik düzene geçişte alınan söz konusu yaşam modeli kadını ister istemez ikinci plana iter. Ve işte 2.500 yıl öncesinden gelen anlayışlar başka toplumları nasıl etkiliyor. Ama bu şaşılacak bir şey değil. 2.500.000 yıl öncesinin içgüdüleri dahi bizi çoğu zaman esir alıyor. Bunun binde biri nedir ki?