Mehmet Tanju akad: DEĞERLER HAYATLA UYUMLU DEĞİLSE
İşte o zaman sorunlar artar. Toplumların evrimi demografi, doğal kaynaklar, üretim, toplumsal organizasyon ve değerler arasında sürekli yeni dengeler kurar ama bunlar eşzamanlı bir değişime uğramaz. En başta, bazı eski değerler ve inançlar, binlerce yıl yaşayıp, birçok toplumu aşarak günümüze gelir. Öte yandan “denge” denilen şey (bu her neyse) daima nispi ve geçicidir. Evrim ise sürekli olmakla birlikte, biyolojik ve kültürel olarak ikiye ayrılır. Konrad Lorenz bu konuda şöyle demişti: “Biyolojik evrim geliştireceği örgüyü seçmek için uzun bir zamana ihtiyaç duyar... Kültürel evrim ise çok daha kısa görüşlü ve daha cesurdur çünkü sonuçları çok kuşkulu olan örgüleri seçer...” İki farklı evrim süreci birbirlerini etkileyerek kaderimize hakim olurken biz kendimizi olduğumuzdan çok daha güçlü sanıyoruz. İşte belki de bu nedenle sürekli olarak çıkmaz yollara sapıp duruyoruz, veya öyle hissediyoruz. Evrim gerek biyolojik gerekse de kültürel alanda duraklamalar ve sıçramalarla (veya kah yavaşlayıp kah hızlanarak da diyebiliriz) bizim her zaman tam keşfedemediğimiz yollarda denemeler yapıp duruyor. Bu süreçleri içinde yaşarken kavramak çok zor. Uzaktan bakılabilirse daha iyi görülebilir.
.....
Daha iyi bir toplum için yapılan çabaların başarısızlık nedenlerinden birisi de insanı tanımadaki eksikliğimizdir. Biyolojik ve kültürel evrim sürecinde; para, mevkii ve güç sahibi olmak için çırpınan nevrotik insan yığınlarını daima olumlu değerlere sahip, tutarlı ve rasyonel bireyler olarak ele almak gafleti bir aydınlanma yanılgısı olarak yıllarca sürdü. Bunun bir başka ifadesi halk dalkavukluğudur. Halk adına öne çıkmaya çalışan kötü politikacıların bir marifetidir. (Benim bir değerim olmayabilir ama halkın taleplerini temsil ediyorum.) İyi değerlere sahip insanları onları taklit edenlerden ayırabilmek gerekir.
.....
Bütün toplum sistemleri değerlere önem vermek zorundadır. Alternatiflerin de aynı şekilde kendi değerler sistemini öne çıkarması gerekir. Değerler hem düşünceyi (üst beyin) yönlendirir hem de insanların temel içgüdülerini (alt beyin) denetim altına almayı amaçlarlar. Bu, toplum düzeni için hukuk anlayışı kadar gerekli bir şeydir. Ancak kapitalizm bu çırpınışları nevrozları artıracak bir şekilde kullanır. Sürekli olarak para için didinip dururken kendisini ve çevresini tüketen nevrotik insan aslında kapitalizmin istediği insan tipidir. Bunun uç örneklerinin çokça bulunduğu ABD’de psikologlar ve psikiyatri uzmanları en çok para kazanan meslek sahipleri arasında yer alırlar. Milyonlarca insan, para peşinde koşarken yaşadıkları gerilimler, iş hayatından bütün alanlara yayılan yabancılaşma ve sosyal izolasyon nedeniyle bozulan dengelerini sözde düzeltmek için yıllar boyu her hafta “shrink” dedikleri danışmanlarına giderler. (Bu laf Amazon kabilelerindeki eski kafa küçülten tiplerden gelir.) Doğal olarak bunların ne işe yarayacağı meçhuldür çünkü işin özü olan sistemin değerlerine, yani tüketim ve statü kalıplarına dokunulmaz. Time dergisi 1950’li yıllardaki bir sayısında -Jung için- “psikiyatri insan deneyiminin tümüne bakmalıdır diyor” şeklinde, sanki bu hayreti mucip bir şeymiş gibi bir ifade kullanmıştı. Psikiyatri gerçekten insan hayatının tümüne bakmalı, insanı inceleyenler hiçbir alana yabancı kalmamalıdır.
.....
Toplumsal hareketlerin, kitle ruhu denilen şey ile yakın ilişkisi vardır. Bunu anlamadan sadece istatistiklere bakarak toplum analizi yapılamaz. Ya da yapılmaya kalkılırsa neler olduğunu gördük... İnsanlığın durumunun manevi yanlarını ölçmeden, çağın ruhunu anlamadan yapılacak programların hiçbir anlamı olmuyor. Kültürel evrimin yönünü ve bulunulan noktayı (yani mevkii ve istikameti) iyi bilmek gerekiyor. Örneğin tüketim kültürü yükselirken bunun alternatifleri geriliyor. Bu tesbit doğruysa bütün sosyal çalışmaların buna göre değiştirilmesi gerekiyor ama bu alanda ciddi bir yaratıcı çaba göze çarpmıyor.
.....
Sürekli yenilgilerden sonra dibe vurduğumuz noktada elimizde kalan tek şey temel değerlere sahip çıkmaktır. Değerlerden oluşan referans sistemini doğru oturtmadan bir şeyler yapmaya çalışmak buzun üzerine yazı yazmaya benziyor. Bu olmadığı için çabalar beyhude kalıyor. Beyhude çabalar yağma sistemini daha da alternatifsiz kılıyor. Yağmaya karşı olmak bile yağmaya yarayabiliyor. Oyun bilmeden mindere çıkan terso düşüp oyuna geliyor.
.....
Önemli bir not:
Beynin yaklaşık % 28’ini oluşturan korteksin, temel iç güdülerin yer aldığı ve beynin yaklaşık % 72’sini oluşturan alt beyin üzerindeki hakimiyeti kesin değildir. Hayatta kalma ve üreme temelindeki (ve günümüz koşullarına uygun düşmeyen) içgüdülerimizi denetim altında tutmak için büyük bir uğraş veririz ama bazen bunlara yenik düşeriz. Gene de bunları denetlemekte küçümsenmeyecek bir başarı sağladığımız ortadadır. Toplu yaşam insanları eğitmiştir. Temel içgüdüler olan saldırganlık ve seksüalite, süblimasyon yoluyla (bir ölçüde) kontrol edilebilir hale getirilmiştir. Daha doğrusu kontrol “norm” olmuştur. Gelenekler ve ritüellerden hukuka ve asayiş düzenine kadar her şey bir noktada buna hizmet eder, ama zihnin huzursuzluğunda da rol oynamaya devam eder. Sorunlar, insanların toplu yaşamın sorunlarını henüz tam anlamıyla çözememiş veya çözümleri olgunlaştıramamış olmasında yatar.