EKMEK MUSAF ÇARPSIN Kİ TÜRKİYE OLARAK GÜVENMEK İSTİYORUZ
Bazı arkadaşlarım, uzun bir süre içinde bulunduğum Aydınlıkçı çevreye yönelik eleştirilerimde son zamanlarda aşırıya kaçtığımı, haksızlık yaptığımı düşünüyorlar. Hatta bazı arkadaşlarım art niyetli olabileceğimi ima ediyorlar.
O yüzden neden özellikle son bir kaç günde böyle bir şeye daha yoğun olarak gerek duyduğumu izah etmem gerek. Fotoğrafını yayınladığım bu son gazete baskısını ve Bilim Ütopya dergisinin şu anki sorumlusu değerli Emrah Maraşo arkadaşın işin başından bu yana dikkatli ve nazik bir üslup içinde yaptığı salgınla mücadele uyarılarını birlikte ele alan bu yazıyı yazmaya karar verdim.
A) GÜVEN
Toplum hayati bir tehlike yaşarken bu problemi çözmeye çalışan insanlara güvenmemiz gerçekten önemli. Buna kuşku yok.
Hayvanlar mesela. Hemen bütün yavrular annelerine (nadiren babalarına veya varsa sürü başına) içgüdüsel olarak güvenirler. İçgüdünün epistemoloji kapsamında tartışılmasını bir yana bırakırsak, içgüdü de evrimin milyarlarca yıllık tecrübesinin paketlenip genlerle aktarıldığı bir tür bilgi daha doğrusu bilinç biçimi olarak ele alınabilir. Üstelik kavramsal beşeri bilgiyle kıyaslandığında çok daha şaşmaz çok daha kesindir bu bilgi.
İçgüdüler tabiatın tecrübesidir.
Bizim çocuklarımız da ebeveynlerine güvenir. Başlangıçta iç güdüleri ile büyüdükçe ise tecrübeleriyle anlarlar ve güvenebileceklerine emin olurlar. Her olayda, her krizde tekrar tekrar sorgulamazlar bu güveni. (Buluğ çağı hariç).
Askerlikte de öyledir. Bir çatışma anında manganın çavuşuna, bölüğün yüzbaşısına, taburun binbaşısına güvenmesi gerekir. Emir altındakilerin savaşmasının ve emirlere uymasının temel koşulu olarak o emri veren kişiye güvenilmesinin önemli olduğu zamanlar vardır. Güven ya savaştan önce ya da savaş içinde emir altındakilerin ortak tecrübeleriyle oluşur.
Bir askeri birlik, başındaki kişiye en baştan itibaren güvenmiyorsa veya çatışma dahilinde verilen emirlerin yersiz ve işlevsiz olduğunu tecrübelerden sonra fark ederse o birlikten nadiren hayır gelir. Savaş tarihi bu güvenin sarsıldığı durumlarda yaşanan trajik olaylarla doludur.
Yol yakınken kendilerine yeni ve yetenekleri ile temayüz etmiş doğal bir lider bir komutan bulabilirlerse paçayı kurtarabilirler.
Henri Bergson gibi söyleyeceğim ama tehlike anlarında liderliğe güvenmenin nesnel dayanağını oluşturan bu bilgiye topluluk neredeyse "sezgisel" olarak ulaşır.
İlle de ulaşacak diye bir tunç kanunu yok elbette. Olmazsa telef olur gider çocuklar, ordular, kuşaklar toplumlar...
Gelelim Aydınlık'ın bilim kuruluna Türkiye'nin güvendiğini ileri sürdüğü habere.
Bu güven de gözleme ve tecrübeye dayalı olmalı ve bilimsel yöntemlerle ölçülebilmeli. Öyle değil mi?
Yani öyle olması gerekir. Yoksa o duygu güven duygusu olmaktan çıkar kerameti kendinden menkul bir inanca dönüşür. Ya gönüllü bir biat, bir inanç tercihi ya da da hört zörtle sağlanan bir itaat olur.
Aydınlık'ın haberine bakıyoruz. Ölçmeye dayalı bir bilgi, herhangi bir anketten gelen bir güven oranı rakamı filan mı var ellerinde diye. Bu haberde yok öyle bir araştırma. Varsa da kullanmamışlar.
Bunun yerine manşetteki iddiaya güç kazandırmak için Türkiye toplumunu simgelediğini düşündükleri, kanaat önderi olduğunu varsaydıkları kimi kişilere yer vermişler.
Türkiye'nin güveninin kanıtı olarak sözleri aktarılan kanaat önderi kişiler şunlar:
1) VP genel sekreteri Utku Reyhan,
2) VP'nin yan kuruluşu TGB'nin başkanı,
3) VP'ye yakın Cumhuriyetçi hekimlerden bir kişi,
4) VP yöneticisiyken CKD başkanlığına seçilen Tülin Oygür,
5) VP Kayseri il başkanı,
6) Bir AKP milletvekili,
7) Nur Serter,
8) Suriyelilerle ilgili sözleri yüzünden yabancı düşmanı çevrelerin alkışladığı CHPli Bolu Bld. başkanı
9) Son dönem Erdoğan ile iyi geçinmeye başlayan yanından ayrılmayan Metin Feyzioğlu,
10) Türk-iş'e bağlı Toleyis sendikasından biri,
11) Sayın cumhurbaşkanımızın atadığı kimi rektörler,
12) Mikrofonu açık unutup koca bir çam ormanını deviren Yıldırım Koç'un iyi bildiği Türk-İş başkanı,
13) AKP'lilerin desteği ile yerinde oturan TESK başkanı Palandöken,
14) Salgın önlem paketi açıklanırken cumhurbaşkanımızın "hadi gene iyisin Rifat" diye espri yaptığı TOBB başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu,
15) bir KKTC milletvekili.
16) Cem Gürdeniz.
Bu ekibin bir güven anketi olarak nasıl kullanılabileceğini siz pek değerli Feysbuk camiamın takdirlerine bırakıyorum.
Lakin bu hazirunun Cem Amiral hariç, "kahve dövücünün hık deyicisi" ve "bozacının şıracı şahidi" olduğunu söylemezsem gözüm açık giderim.
E. Amiral Cem Gürdeniz'in sözlerini onu ayrı tuttuğum için özel olarak ele almalıyım.
Onun "Bilim Kurulunun yanında yer almalıyız; bir savaş karargahsız yönetilmez" derken askerlik tecrübesi ile söylediği şey elbette doğru. Daha doğrusu karargah kısmı doğru. Bu bir savaş ve bir savaşta karargahsız komuta kademesiz kalmak olabilecek en kötü şeydir.
Peki bizim bilim kurulumuz virüsle olan savaşımızı yöneten karargahımız mı? Ben pek emin değilim doğrusu. O kurulun sözcüleri kendilerinin bir tür danışma kurulu olduklarını, icra ve yaptırım güçlerinin olmadığını, tartıştıkları hususları hükumete bir rapor halinde sunduklarını söylüyorlar.
Aslında bir savaş icra karargahımız varsa ve bu kurul ona danışmanlık yapıyorsa bu da bir şeydir. Değerlidir. Karargahta olaylara anında müdahale eden, yeni kararları ve emirnameleri yayınlayan, sıkıntı duyulan yerlere levazım desteği yapan, yığınağı yönlendiren, yaralıları nakleden zabitler varsa, o kurulun kendisinin karargah olmamasını çok da sorun yapmayız.
Peki sağlık bakanlığımız böyle bir karargah mı? Karar alma yeri mi yani?
Bu da doğru değil galiba. Çünkü bakan bir icracı gibi değil de danışmalı bilim kurulunun bir üyesi ve sözcüsü gibi demeç veriyor. "Hazırladığımız önerileri Cumhurbaşkanımıza sunduk; o gerekli gördüğü tedbirleri alacaktır" diyor.
O halde Cem Amiralimizin bahsettiği karargah cumhurbaşkanımızın bizzat kendisi.
Biz kuruldan bakana, bakandan cumhurbaşkanına hangi tedbirlerin gittiğini bilemeyiz. Sorulunca açıklamıyorlar zira. "Cumhurbaşkanımız karar almadan bir şey söylememiz mümkün değildir" diyorlar.
Ser veriyorlar sır vermiyorlar. Enteresandır hiç fire vermiyorlar da...
Toplum bilim kurulundan tedbir ve derdine çare bekliyor. Bilim kurulu da başkanımızdan tedbir ve çare bekliyor.
Öyleyse biz, güvendiğimizin iddia edildiği mercinin Cumhurbaşkanlığı olduğunu söylediğimizde yanlış mı söylemiş oluruz. En azından karargah kavramı çerçevesinde bu doğru olur.
Gelelim sorumluluk konusuna. Bilim kurulu karar mercisi değil, uygulama mercisi de değil. O halde sorumlu tutulmamalı mı?
Olur mu hiç öyle şey?
Kanal kanal dolaşıp alınan tedbirlerin ve hazırlıkların yeterli olduğunu söyleyip savunduklarına göre; bizim o kararların tamamına ve zamanlamasına katıldıkları sonucuna varmamızdan doğal bir şey olamaz.
Onların biz icra mercisi değiliz demeleri onları sorumluluktan kurtarmaz. Madem alınan tedbirlere yönelik bilim çevrelerinden gelen uyarı ve eleştirilerde salvoyu ilk onlar karşılıyorlar o halde elbette sorumlular.
Sorumluluktan kaçamayacaklar ve salgın karşısında ulaşacağımız sonuçlara bakarak değerlendirilecekler.
Ne demişti Troçki? "Başarı en geçerli mazerettir"
B) BİLİM
Bir şeyin her kim öneriyorsa olursa olsun, bilimsel olup olmaması, onun tartışılabilir veya yanlışlanabilir bir formatta sunulmasına bağlıdır.
Bir tartışma, bir itiraz, farklı bir görüş, "siz bozguncusunuz" denilerek susturulmaya kalkışılıyorsa burada bilimden bahsedemeyiz.
Üstelik bu salgın şartlarında bilim ve bilimin söyledikleri bizim için hayat memat meselesi oldu artık.
Bilim Kurulunun ve icracının (artık o her kimse) bu salgınla mücadele ederken söylediklerine ya da sadece zamanlamasına eleştiri getirenlerin üzerinde "siz Amerikan virüsüsünüz" diyerek baskı kurmaya kalkan adamın kendisini ne olarak tarif ettiğinin bir önemi yoktur.
Bu ve benzerleri artık bizim için güvenlik sorunu haline gelmiştir.
Kendi hayatımız, çoluk çocuğumuzun ana babamızın hayatı söz konusu olduğunda, üzerinde düşünüp tartışamayacaksak ve dünyadaki tecrübeleri değerlendiremeyeceksek yıkılsın Roma anasını satayım. Kimseyi hatır gönül için mazideki hoş seda için çekemeyiz.
Emrah arkadaşın bir paylaşımını bu tartışmaya bu nedenle dâhil ettim. Burada Çinli bilim insanlarının bir uyarısı aktarılıyor. Maske kullanmamak büyük bir hatadır deniyor.
Ayrıca zaten uygulamaları da bu yönde. Her yere maske otomatları koydular. Herkese maske dağıttılar. İtalya’ya geldiklerinde de insanların maskesiz dolaştığını görüp dehşet içinde kaldılar. Şu an sokağa çıkma yasağının kalktığı yerlerde bile maskesiz çıkmak yasak.
Peki abicim bu bizim bilim kurulunun güvendiğimiz adamları iki aydır bize ne diyor her televizyona çıkan üyesi nasıl ikna ediyor bizi?
“Maske gereksizdir sizi korumaz sadece hasta olan taksın. N95 maskeyi hele sadece hekimler kullansın”.
Neden?
Çünkü “siz alırsanız tıbbi personel bulamaz”
Malzeme mi eksik?
“Ne münasebet biz her türlü hazırlığı yapması için bakanlığa gerekli raporları sunduk”
Eee bu ne o zaman?
“İşte maske sizi korumaz”
İyi de kim hasta. Hani bu hastalık kendisini günlerce saklıyordu ve bu sırada bulaşıyordu? Siz 82 milyona test mi yaptınız ne biliyonuz kim hasta kim değil? Biz nerden bileceğiz?
Karşımızda maske konusunda üç aylık tecrübeyi, dünyanın bilimsel yayınını görmezden gelip malzeme tedariki ile ilgili kaygıları öne alan bir bilim kurulu var.
Allahtan ben ve benim gibi pek çok kişi bilim kuruluna güvenmedi de hem maske bulmaya çalıştık hem de kullandık.
Peki şimdi maske konusundaki bu sözleri yüzünden, toplumu silahsız bıraktıkları için gözümüz dönerse biz "Amerikan Virüsü" mü olacağız?
Maske konusunda bunu söyleyen bilim kurulunun bir üyesi Prof. Dr. Tevfik Özlü'ye katıldığı bir programda soruldu:
“Siz neden Çin’in yaptığı gibi kesin bir sokağa çıkma yasağı kararı almıyorsunuz. Bir İtalya örneği var bir de Çin. İkincisi daha başarılı değil mi?
Şöyle cevap veriyor:
“Çin salgını birden durdurmakla hata yaptı. Orada ikinci dalga gelecektir. Toplum bağışıklığı kazanılmadan salgını bıçak gibi kestiler”.
Aradan biraz zaman geçiyor. Başka bir soru sorulduğunda ne dediğinin farkına varmış olsa gerek ki o anki soru ile alakası yokken: “Tabii biz İngiltere'nin yaptığını hiç düşünmedik; hiç önermedik. Sürü bağışıklığını hiç planlamadık. En baştan itibaren virüsün hiç kimseye bulaşmamasını sağlayacak önlemleri almaya çalıştık.
Beni vazgeçtim, Türkiye’yi vazgeçtim; hadi siz güvenin şimdi Bilim Kuruluna veya en azından bu üyesine Aydınlıkçılar!
İlan edilmemiş bir sürü bağışıklığı kararını uygulamadıkları konusunda önce kendinizi sonra da beni ikna edin hadi…
Emrah Arkadaş da Aydınlık çevresinden. VP'nin yıllardır çıkardığı, bir dönem Ender Helvacıoğlu'nun yönettiği Bilim-Ütopya dergisini şimdi o yönetiyor. Kendisini yıllardır takip ederim ve değer veririm. Neredeyse Şubat ayından beri, salgına karşı alınacak önlemlerin şiddeti ve zamanlaması konusunda pek çok bilim adamının ve benim gibilerin söylediklerini söylüyor:
“Sosyal destekle birlikte yürütülecek keskin ve tavizsiz bir sokağa çıkma yasağı. İnsanların ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayacak her türlü önlemin alınması. İnsanların işsiz kalacakları kaygısının bertaraf edilmesi.
Bu yapıldı mı? Ne münasebet.
Neden? Çünkü karargâhımız insanın bireysel özgürlüklerine son derece önem veriyor. Kesinlikle gerekmedikçe bunu yapmayacağız diyor.
Türkiye dün itibariyle resmi rakamlara göre dünyada 200 ülke arasında en çok vaka görülen onikinci ülke. Üstelik ilk vaka İtalya ve İspanya’dan bir ay sonra ilan edilmişken. Geriye dönüp muhasebe yapmaya ve durumu değerlendirmeye elbette hakkımız var.
Bunu dedikodu olsun diye değil açıkça toplumsal baskı oluşturmak için yapıyoruz. Bağcıyı dövmek değil amacımız. Kendimizi ve milletimizi bu beladan olabildiğince uzak tutmaya çalışıyoruz.
Bunu birilerini dövmek ve zor durumda bırakmak için yapmıyoruz. Eğer insanlar ayaklanmasaydı son gelen 15, 20 bin civarı Umreci vatandaşımızı da bir kâğıt imzalatıp eve göndereceklerdi.
Neredeyse bütün önlemleri, toplumun kafası çalışan bilim adamları ve aydınlarının tekrarı, ısrarı ve açılan kampanyalar sonrası elbette gecikmiş olarak alıyorlar.
İster bilim kuruluna ister icracı kimselere, keşke bunlara hiç gerek kalmadan daha ilk andan itibaren güvenebilseydik kendilerine. Bu güveni duymamızı sağlayacak gözlemlere ve tecrübeye sahip olsaydık.
Aydınlıkçıların hepsi değil ama pek çok mensubu ve en başta Doğu Perinçek bu çabamızı kriminalize etmeye çalışıyorlar. Saplantılarının esiri olarak “bilim karargahını bombalamamıza” ve onu kendisine getirmemize mani olmaya kalkıyorlar.
Eskiden olsa yanlış yoldalar deyip geçebilirdik. Ama artık sadece yanlış değiller, zararlılar da…
Mesnetsiz paranoid akıl yürütmelerle üç paralık siyasi hesaplarla toplum sağlığıyla oynuyorlar.
Maruzatım budur.