DEVRİM GURBETÇİ:KARDEŞLİK SÖYLEMİNDEN GERÇEKLİĞE

Türk, Kürt, Arap Birliği Mümkün mü?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son açıklamaları, bölgemizin kadim halkları olan Türk, Kürt ve Araplar arasında geçmişten gelen ortak kaderin altını bir kez daha çizdi. Malazgirt’ten Kudüs’ün fethine, İstanbul’dan Ridaniye’ye uzanan tarihi zaferleri, bu halkların birlikteliğiyle mümkün olmuş destanlar olarak tanımladı. Ve “ayrıldıkça zayıfladık, birlikte oldukça büyüdük” mesajını verdi.

Tarihten referans alarak bugünü inşa etme çabası anlaşılır. Ancak bu romantik birliktelik söylemini, bugünün mezhebi, etnik ve jeopolitik gerçeklikleriyle birlikte okuduğumuzda, tablo oldukça karmaşıklaşıyor.

Mezhep Gerçeği Göz Ardı Edilemez

Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında eksik kalan önemli bir unsur, bölgedeki mezhep ayrışmaları. Özellikle Şii-Sünni gerilimi ve İran’ın bu denklemin dışında tutulması, birlik söylemini daha baştan sorunlu kılıyor. İran, sadece bir devlet değil, aynı zamanda bölgedeki Şii nüfusun hamisi ve sahada ciddi bir askeri-siyasi aktör. Onu dışlayan bir “Türk-Kürt-Arap kardeşliği”, doğası gereği eksik kalır. Hele ki Suriye, Irak ve Lübnan gibi ülkelerdeki etnik ve mezhebi karmaşada, İran’sız bir çözüm tasavvuru gerçekçi değil.

İsrail ve Yeni Arap Gerçekliği

Bir diğer önemli başlık, İsrail’in Arap dünyasındaki yeni pozisyonu. Körfez ülkelerinin İsrail ile normalleşme süreci, Arap halklarıyla Arap rejimlerinin artık aynı çizgide olmadığını gösteriyor. Arap halkları Filistin meselesinde hâlâ duyarlı olabilir, ama yöneticiler için Tel Aviv artık düşman değil, stratejik ortak. Bu kırılma, bölge halkları arasında dayanışmayı güçleştirirken, İsrail’in bölgedeki dizayn politikalarına alan açıyor.